A.İlter TURAN
SİYASET PENCERESİ
Televizyonda bir program yayınlanacak veya yayınlanıyor. TRT’de geçmiş dönemlerde çalınması yasaklanan şarkılar çalınacak, yasaklanma gerekçeleri anlatılacakmış. Gazetelerde yayınlanan gerekçelerin bazıları insana komik, bazıları acıklı geliyor. Kimi şarkının sözleri karamsarlık yaydığından radyoda çalınması uygun değilmiş, kiminin siyasi manası varmış. Mesela 27 Mayıs sonrası Adnan Menderes ve arkadaşları Yassıada’da hapsedildikleri için, “Ada Sahillerinde Bekliyorum” şarkısının radyoda yayınlanması uygun bulunmamış. Bir şarkı da bestekarı Ermeni olduğu için sakıncalı görülmüş. Gerekçeleri toplu halde değerlendirdiğinizde ne kadar keyfi, ne kadar anlamsız oldukları hemen ortaya çıkıyor. Her gerekçe, yasaklayanların kendi endişelerini, dünya görüşlerini yansıtıyor. Şarkıyı karamsar bulan muhtemelen kendisi karamsar bir şahsiyetti. “Ada Sahillerinden” rahatsız olanlar, kendi yaptıkları işin toplumsal desteğinin zayıf olduğunu bildiklerinden huzursuzdular, her sözden kuşkulanıyorlardı. Ermeni kökenli bestekarın şarkısını yasaklayanların ise ırkçı bir hoşgörüsüzlüğü temsil ettikleri muhakkak. Televizyonda böyle bir programın yapılması bizleri “artık siyaseten olgunlaştık, geçmişte yapılan yanlışlıkları eleştiriyoruz, şimdilerde böyle hatalar yapılmaz” türünden bir sonuca götürüyorsa, maalesef yanılıyoruz. Sizler de izliyorsunuz, başbakanımız ve bakanlarımız televizyon dizilerini eleştirip halkımızı nasıl yanlış düşünce ve kanaatlere yönlendirdikleri konusunda demeçler vermekte birbirleriyle yarışıyorlar. Eleştiriler karşısında bir dizideki oyuncuların birdenbire dindarlaştıkları, muhafazakar giyinmeye başladıkları bile görüldü. Şimdi de bazı illerin Milli Eğitim yetkililerinin ilk ve orta öğretimde okutulması daha önceleri sakıncalı bulunmayan eserlerin sakıncalı olduğunu ileri sürdükleri ve gereğini talep ettikleri anlaşılıyor. Olay meydana çıkınca Milli Eğitim Bakanlığı konunun gündemde olmadığını açıklamak zorunda kaldı. Şu veya bu ildeki ahlak kollayıcıları bırakın çocukluğumda eserlerini keyifle okuduğum John Steinbeck’i, hepimizin severek okuduğu ve ülkemiz dışındaki Türk kültür merkezlerine adını veren düşünürümüz Yunus Emre’yi bile yasaklamayı önerebilmişler. Şayet yıllar sonra bir televizyon programında bu konular işlenecek olursa, biz nasıl eski yasakları saçma, savunulması güç eylemler olarak görüyorsak, çocuklarımız da bizi öyle göreceklerdir. Alay edecekleri, eleştirecekleri kesin. Neden böyle durumlara düşüyoruz der siniz? Birbiri ile bağlantılı iki sorunumuz var. Birincisi, toplumda fikir ve ifade özgürlüğünün geniş tutulması sonucunda herkesin kendi zevk ve meraklarına hitap eden kitaplar okuyacağını, programlar izleyeceğini, her fikrin, değer yargısının karşıtlarıyla dengeleneceğini, herkesin daha mutlu olacağını kabullenemiyoruz. Başka bir ifade ile, demokratik özgürlükleri yeterince benimsemiş, özümsemiş değiliz. Bu da bizi ikinci sorunumuza götürüyor: yasaklarla, bazı bilgilerden insanlarımızı uzak tutarak “doğru düşünen” ve “doğru değerlerle donatılmış” bir toplum yaratacağımızı sanıyoruz. Tabii, böyle bir “ideal” toplum yaratamıyoruz. Tersine, otoriter bir devlet ve iki yüzlü bir toplum yaratıyor, sonra da kendimizin yarattığı sonucu eleştiriyoruz. Ahlak ve fikir zabıtalığından biraz uzaklaşsak, daha mutlu, ahlaklı ve demokratik bir toplum olacağımızdan emin olabilirsiniz.