CİDDİYET VE EHLİYET İYİ YÖNETİMİN TEMELİDİR
Malatya’daki SHÇEK yuvasında çocuklara yapılan, inanılması kolay olmayan muamelenin kamuoyuna yansıması, toplumu ayağa kaldırdı. Günümüz Türkiye’sinde böyle sahnelerin yaşanmasına toplum olarak sert tepki gösteriyoruz. Dileyelim ki, arkasını da getirebilelim, yuvaya emanet edilen çocuklarımızın başına benzer şeyler tekrar gelmesin. Şu anda bazı olumlu gelişmeler yaşanıyor. Birçok ev hanımı yardımcı olmak için yuvalara koştu. Eğer bu ilgilerini devam ettirebilirlerse toplum, devletin kendi başına dolduramadığı önemli bir boşluğu dolduracak. Yuvaların bugünkü yönetim modeli dışında bir modelle yönetilmesi üzerinde durulması da sıhhatli. Mevcut yönetim modelinin pek parlak sonuçlar vermediği ortada. Tabii, sorumluların cezalandırılması da gerekiyor. Şu anda müfettişler harıl harıl sorumlu arıyorlar. Büyüklerimiz de sorumlular bulunacak ve cezalandırılacaktır diyor. Bu cümle pek tanıdık geliyor. Herhalde öyle oluyordur ve olacaktır.
Malatya Çocuk Yuvası olayı siyasetimizde tartışılması gereken iki olayı da gündeme getirdi. Bunlardan biri, pek de uzun olmayan bir süre önce göreve gelen ve yuvalardan da sorumlulu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’nun istifasının gerekip gerekmediği. İkincisi ise çoğu kamu kurumunda yandaşları işe yerleştirmeyi ön plana çıkaran, işi ehline tevdi etmekten uzak bir yönetim anlayışı. Tartışmamıza ilk konudan başlayalım. Bundan birkaç yıl önce Portekiz’de bir köprü yıkılmış, birkaç araba bir nehre uçmuş, bunun üzerinde o konuyla ilgili bakan istifa etmişti. Acaba bakanın istifasını gerektiren ne vardı diye tartışırken, kamu hukukçusu bir meslekdaşım durumu aydınlığa kavuşturdu. Kamu hizmetinde her işin nihai sorumlusu bir kişi vardı. Kendisine bağlı bir işte aksilik olduğu zaman bu kişi sorumlu oluyordu. Burada sözü edilen sorumluluk, kişinin bir kusur işlemiş olmasından kaynaklanmıyordu. Sorumluluk hukuki yaptırım türünden bir sonuç taşımıyordu. Kişi o işten sorumluydu ama kusursuzdu. Kusursuz sorumlu olan kişinin ne yapacağı bir siyasi takdir meselesidir. Bazıları sorumluluğu üstlenir, bazıları üstlenmez. Bazı kişiler istifa eder, bazıları etmez. Görülebildiği kadar, şu ana kadar kusurlu olduğunu düşünmemekle birlikte sorumlu olduğunu ifade eden tek kişi Malatya Sosyal Hizmetler İl Müdürü Yakup Güler’dir. Onun ötesindeki kademeler “bu işler her zaman vardı, biz devraldık” türünden bir takım açıklamalarla yetiniyorlar.
Bu da bizi ikinci konumuza getiriyor. Evet, çocuk yuvalarında her zaman bir takım sorunlar olmuş olabilir. Ama, işlerin şu sıralarda ters gitmesinde hükümetimizin şu veya bu şekilde bir katkısının olmadığını söyleyebilir misiniz? Belli ki, hükümet buralara kendi siyasi çizgisine yakın, kendisinin güveneceği adamlar getirmiş. Malatya İl Sosyal Hizmetler Müdürü, göreve partili kişilerin ısrarı üzerine isteksizce geldiğini söylüyor. Yurttaki personel de görevden alınmış, hizmet edecek kişilerde herhangi bir uzmanlık koşulu da aranmadan iş taşeron şirketlere verilmiş. Bu şirketler herhangi bir partiye yakınmıymış diye sormak bile istemiyorum. Bu bilgilerin ışığı altında, acaba size göre ortaya çıkan durum sadece daha önceden gelen sorunların ürünü müdür, yoksa hükümetimizin bir katkısı var mıdır? İsterseniz ben bir değerlendirme yapmayayım, siz karar verin.
Siyasetimizin iki temel sorunu bu olayda da bir defa ortaya çıktı. Siyasi kadrolar olumsuz olaylar karşışında sorumluluklarını benimsemekte güçlük çekiyorlar. Gereğini yapmakta da durum farklı değil. Sayın Bakan’ın istifasını istemek belki haksızlık olur ama olay üzerine hemen yurtdışından dönerek duruma el koyması, sorumluluğu üstlendiğinin güzel bir kanıtı olurdu. Öğrendiğimize göre, başbakanımız uygun görmemiş. Pek mühim değil. Biliyorsunuz biz de partisine seçim kaybettiren parti liderleri bile görevlerinden ayrılmayı genelde akıllarından geçirmiyorlar, başkalarının kusurlu olduğunu iddia ederek görevde kalmakta ısrar ediyorlar. Bu arada memleketi etkin muhalefetten yoksun bırakıyorlar ama kendilerime görevlerini muhafaza edebildikleri sürece sorun olmadığını düşünüyorlar. Neticede Bakanımızı anlayışla karşılamamız gerekiyor.
Çocuk yuvalarını bile siyasi kadrolaşma alanı olarak gören siyasi zihniyet için, bakanın göreve devamı konusunda gösterilen anlayışı göstermek kolay olmayacak. İktidar değişikliklerinden sonra bir kısım üst düzey yöneticinin değişmesi tabiidir. Ama bu değişiklikler daha alt görevlere kadar inip de, ehil olmayan kişiler görevlere salt siyasi liyakate bakılarak getirilirse, ülkeye iyilik yapıldığından emin olmak kolay olmuyor. İktidar partimizin kadroları uzun süreler kendilerinin siyasetten dışlandığını düşünen kişilerden oluşuyor. Belki de artık sıra bize geldi diye düşünüyorlardır. Ama her işe o işi pek yapamayacak kişiler gitilecek olursa, bunun ülkeye zararı belli olmakla birlikte, iktidar partisine uzun vadede nasıl bir yarar sağlayacağına akıl erdirmek de özel yetenek gerektirmektedir.