KIYMETİNİ BİLELİM
İlterTURAN
siyaset penceresi
İstanbul’da güneşli bir Nisan günü. Swissotel’de Orta Doğu’da demokrasi konusunu inceleyen bir toplantıdayız. Katılanlar arasında demokrasi, demokratikleşme türü konuları araştıran isim yapmış yabancı uzmanlar ve Orta Doğu’nun muhtelif ülkelerinden gelmiş, isimleri ülkeleri dışında da bilinen akademisyenler var. Hararetli tartışmalar cereyan ediyor. Bu fikri tartışma ortamına haber bir bomba gibi düştü. Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal sabah jimnastiğini yaparken rahatsızlanmış, hastaneye nakledilirken kalbine yenik düşmüştü. Toplantıya katılan Türk bilim adamları derin üzüntü duydular. Yabancılar başsağlığı dilediler, acımızı paylaştıklarını ifade ettiler. Toplantıya devam edildi.
Uzun yıllar sonra düşündüğüm zaman, toplantının bende iz bırakmasının nedeni, toplantıda sunulan tebliğler, söylenen sözler değil. Toplantının ana temasını hatırlamakla birlikte, kim ne demişti, hangi fikirler ileri sürülmüştü, hafızamda pek yer etmemiş. Ancak beni etkileyen ve hala unutamadığım bir husus var. Cumhurbaşkanımızın ölümü karşısında Türk katılımcıların ve diğer Orta Doğu ülkelerinden gelenlerin farklı tepkileri. Bizler çok üzülmekle birlikte, huzursuz olmamıştık. Ülkemizde şahıslara bağlı olmadan işleyen bir demokratik sistem vardı. Bir cumhurbaşkanının ölümü dahil, herhangi bir sebepten görevinden ayrılması durumunda ne yapılacağı, yeni bir cumhurbaşkanının nasıl seçileceği belliydi. Evet, seçim tartışmalı geçebilir, siyasi gerilim tırmanabilirdi ama en son tahlilde sorun anayasada yazılı olan kurallar çerçevesinde halledilirdi. Orta Doğu’dan gelen dostlarımız ise bize nazaran daha endişeliydiler. Şimdi ne olacaktı, kimin cumhurbaşkanı olacağı biliniyor muydu? Büyük bir güç mücadelesi başlar mıydı? Siyasi istikrar tehlikeye girer miydi? Bu ve benzeri sorular gün boyu devam etti. Sanıyorum, dostlarımızın bizim sükunetimize akılları pek ermedi.
Bu anım neden tazelendi? Geçtiğimiz Perşembe günü, bildiğiniz gibi, Pakistan’ın siyasi liderlerinden Benazır Butto seçim kampanyası sırasında öldürüldü. Bu noktada seçimler yapılabilir mi, yoksa belirli bir sakinleşme süresine mi ihtiyaç duyulur bilemem. Fakat, Pakistan siyasetinin sürekli belirsizlikler içinde yuvarlandığını hep birlikte izliyoruz. General Perviz
Müşerref yozlaşmış, ülkesini yönetmekte zorlanan bir hükümeti darbe ile görevden alarak Cumhurbaşkanı oldu. Bu görevi, askeri görevini bırakmadan yürüttü. Kendisinin görevini meşrulaştıracak seçimler yaptı, yönetimini yeterince meşrulaştıramadı. Toplumun önemli bölümleri iktidara paydaş olamadılar. Varılan nokta, birbirine can düşmanı olan politikacılar, düzgün yapılamayan seçimler, siyasi amaçlara hizmet etmeyen devlet kurumlarının yetkililerini görevden aziller, ve en nihayet üzücü bir suikast. Kardeşce duygularla yaklaştığımız Pakistan’ı acep nasıl bir gelecek bekler? Bilemiyoruz ama iyi bir geleceğin beklediği konusunda hepimizde ciddi tereddütler olduğu kesin.
Pek uzağımızda olmayan diğer ülkelere bakalım. Sudan’da kan gövdeyi götürüyor. Darfur halkına yapılan zülum Sudan hükümetinin bilgisi ve muhtemelen desteği ile yapılıyor. Güney Sudan’da sağlanan barış kalıcı kılınabilecek mi, belli değil. Ortamın çok kırılgan olduğu tartışılamaz. Mısır daha istikrarlı görünse de, Hüsnü Mübarek’e birşey olacak olsa, yeni lider nasıl seçilir, güçlü fakat siyasi ifade fırsatı kısıtlanan Ihvan gibi siyasi hareketler iktidara el koymaya yeltenirler mi, ülkenin iç barışı korunabilir mi? Ya Cezayir için neler diyebiliriz? İktidardan kusurlu seçimlerle uzak tutuldukça radikalleşen dini hareketler ülkenin iç barışını ve istikrarını ne derecede tehdit ediyorlar? Saydığımız ülkelerin siyaseti tartışılırken bu türden soruların sorulması pek yadırganan birşey değil. Ne mutlu ki, ülkemizin siyasetini değerlendirirken benzer sorular sormak ihtiyacını hissetmiyoruz. İşlerimizi büyük ölçüde kurumlar ve kurallar çerçevesinde hallediyoruz. Yine de hemen sevinmeyelim. İki temel zaafımız var ki, bunları aşamadığımız takdirde uzun vadede büyük sorunlara doğru yol alabiliriz.
İlk zaafımız iktidarların çoğunluğu elde ettikleri zaman güçlerine sınır tanımamaları, azınlıkta olanları kaale almadan işleri yürütebileceklerini düşünmeleri. Burada azınlık ifadesini sadece çoğunluğun dışında siyasi tercihleri olanlar manasında kullanıyorum. Azınlıkta kalanları önemsememe tavrı DP devrindenberi devam edegeliyor. Mevcut iktidarda biraz daha da güçlü olduğu izlenimini taşıyorum. Özellikle anayasa değişikliği sırasında aynı tavır devam edecek olursa, bizi büyük sıkıntıların beklediğinden emin olabilirsiniz. İkinci zaafımız, muhalefetin iktidarın hemen her yaptığına, yapılanın niteliğine bakılmaksızın, mutlaka karşı çıkması. İktidar ve muhalefet hemen hiçbir konuda biraraya gelebileceklerini göstermiyorlar. Bu zaafları aşmak gelecekteki istikrarımızın teminatı olacaktır.