Mehmet Ali Talat değişiyor mu?
Emin ŞİRİN
Bugün yine Kıbrıs’taydım. Rumeli Yöneticiler ve İşadamları ile beraber Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş’ın yeni hayatında başarılar dilemeye geldik. Denktaş hepimizden daha dinç Kıbrıs meselesinin bir Türkiye meselesi olduğunu herkese bıkmadan anlatmaya hazır.
Bu seyahatte dikkatimi çeken önemli bir gelişme yeni Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın yavaş yavaş müspet yönde değiştiğini tespit etmek oldu. Başta Sayın Rauf Denktaş olmak üzere görüştüğümüz çok üst düzey bazı kişiler Mehmet Ali Talat’ın görüşmeleri hassasiyetle yürüttüğünü, bir-iki sene evvelki tavırlarını tamamen değiştirmeye başladığını söylediler.
“Taç giyen baş akıllanır” derler. İnşallah hakiki Mehmet Ali Talat bu yeni ortaya çıkmaya başlayan Mehmet Ali Talat’tır…
Seçimler, referandumlar derken sandığa gitmekten yorulan Kıbrıs şimdi netice bekliyor…
Bu seyahatte dikkatimi çeken önemli bir gelişme yeni Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın yavaş yavaş müspet yönde değiştiğini tespit etmek oldu. Başta Sayın Rauf Denktaş olmak üzere görüştüğümüz çok üst düzey bazı kişiler Mehmet Ali Talat’ın görüşmeleri hassasiyetle yürüttüğünü, bir-iki sene evvelki tavırlarını tamamen değiştirmeye başladığını söylediler.
“Taç giyen baş akıllanır” derler. İnşallah hakiki Mehmet Ali Talat bu yeni ortaya çıkmaya başlayan Mehmet Ali Talat’tır…
Seçimler, referandumlar derken sandığa gitmekten yorulan Kıbrıs şimdi netice bekliyor…
****
Kıbrıs’la ilgili önümüzdeki günlerdeki en önemli konu meşhur “ ek protokol” konusu. Bu konuda benim Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e 31.03.2005 tarihinde yazdığım mektubu ve konunun en önemli uzmanlarından Doç.Dr. Hasan Ünal ile Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı’nın hazırlamış oldukları bilgi notunu sizlerle paylaşıyorum.
****
Önce Abdullah Gül’e gönderilen 31.03.2005 tarihli mektup:
“Sayın Gül,
Son günlerde gündemde olan AB ile Ankara Antlaşmasının genişletilmesi müzakereleri konusunda bir türlü açıklığa kavuşamayan ve bilgi eksikliği dolayısıyla tereddütlere yol açan bir konu hakkında da malumatınıza başvurmak istiyorum.
Ankara Antlaşmasının 29. maddesi, Antlaşmanın uygulandığı ülkeleri gösteriyor. İlk Antlaşmada bugünün AB’sinin çekirdeğini temsil eden 6 ülke var. Bilahare AB’nin genişlemelerinde anlaşmanın bu maddesi tadil edilmemiş ve tadilatlar TBMM’den geçmemiş. Zannederim Ankara Antlaşması’nın 30. maddesi uyarınca, ek protokol teatileriyle uygulanan ülkeler kapsamı genişlemiş, bu protokollerin de TBMM’nin onayından geçmesine lüzum görülmeden (ki bence de lüzum yoktur) uygulama yapılmış.
Son olarak da, yine protokolün 29. maddesinde bir değişiklik yapılmadan, hatta bu sefer bir ek protokol teatisi de yapılmadan bir Bakanlar Kurulu kararı ile (karar sayısı 2004/7895, yayın tarihi 02 Ekim 2004) Avrupa Topluluğuna üye ülkeler tadad edilmiş, bu üye ülkelerin arasına Kıbrıs da bir “ülke” olarak konulmuştur.
Bugüne kadarki uygulamalara bakıldığında, şimdi konuyu TBMM’ye getirmeyi icap ettiren bir durum ortada gözükmemektedir.
Zat-ı alinizden aşağıdaki konularda bilgi istirham etmekteyim:
1- Halihazırda AB ile görüşülmekte olan ek protokolün esasları nedir? Bu protokolde Kıbrıs ne şekilde ele alınmaktadır? Bizim, Güney Kıbrıs Rum yönetimini bütün Kıbrıs’ın meşru hükümeti olarak tanımamamız nasıl temin edilecektir? Anlaşmaya şerh konulamadığına göre, bizim tek taraflı bir yazılı beyanımız neyi ifade eder? Beyanımızın hukuki geçerliliği olması için karşı tarafın kabulü gerekmez mi?
2- Ankara Antlaşmasının 29. maddesindeki kapsam genişletmeleri bugüne kadar TBMM’ye gelmediğine göre, bundan sonra TBMM onayının aranması için herhangi bir sebep var mıdır?
3- Henüz AB ile son genişlemeyi ihtiva eden protokol imzalanmadığına, bu protokol görüşmeleri devam ettiğine göre, 2004/7256 sayılı 10.05.2004 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile, 2004/7895 sayılı 2 Ekim 2004 tarihli Bakanlar Kurulu kararı hangi hukuki mesnede dayanmaktadır?
4- 2004/7256 sayılı 10.05.2004 tarihli kararda, “Avrupa Topluluğuna üye ülkeler adı altında 24 ülke belirtilmiştir. Bu listede Kıbrıs yoktur. Buna mukabil 2004/7895 sayılı 2 Ekim 2004 tarihli Bakanlar Kurulu kararında yine aynı “AB’ye üye ülkeler” başlığı altında bu sefer 25 ülke sayılmış ve “Kıbrıs” bu listeye dahil edilmiştir.
Bu iki Bakanlar Kurulu kararı arasında ne değişmiş de ülkelerin kapsamı değişmiştir?
12.05.2004 günü Resmi Gazetede yayınlanan listede Kıbrıs’ın olmaması üzerine Dışişleri Komisyonu Danışmanı vasıtasıyla Dışişlerine bazı sorular sormuştum; sorularım ek’tedir. Sorular özetle şu şekildeydi:
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi veya Kıbrıs bu listede neden yoktur? Kıbrıs’ın dahil edilmemiş olması AB ile ilişkilerimizde bir problem yaratır mı? Listenin tanzimi sadece Bakanlar Kurulu kararı ile tekemmül eder mi? Yoksa TBMM onayı gerekir mi? Mütekabiliyet prensibi nasıl kontrol edilecektir? Yani Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Türk malları için nasıl bir tavır takınmıştır?
Cevap, bir gün sonra geldi ve soruların muhatabının “Gümrük Müsteşarlığı Avrupa Birliği Genel Müdürlüğü olduğu” bildirildi. Kendilerine 10 ay evvel sorduğum soruların cevaplarını da halen bekliyorum.
Konunun ana ruhu basit iki soruda düğümleniyor:
- Kıbrıs Rum Yönetimini tanımadan bu konuda çok ısrarlı olan AB ile nasıl müzakere edeceğiz?
- Bizim tek taraflı, “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi sadece kontrol ettiği bölge için geçerli hükümettir” beyanımız hukuken ne ifade eder? Bu beyan karşı tarafta reddedildikçe bir geçerliliği olur mu? Avrupa Parlamentosunun, “KKTC’nin Türk Ordusu tarafından “işgal” edilmiş bir alan olduğu” kararları oldukça ve özellikle (altını çizerek söylüyorum; özellikle) Hükümetinizin kabul etmiş olduğu Loizidu kararının gerekçelerinde kuzeyin “işgal altında olduğu” belirtilirken bu konu nasıl hallolacaktır?
Hükümetinizin 2 Ekim 2004 tarihli Bakanlar Kurulu kararına “Kıbrıs” ibaresini koymuş olmanız bir tenakuz teşkil etmemekte midir?
Konunun aciliyetine binaen cevaplarınızı bekliyorum.
Hürmetlerimle arz ederim. 31.03.2005”
****
Sayın Prof. Dr. Hasan Ünal ve Prof.Dr. Hüseyin Pazarcı’nın Kıbrıs konusundaki bilgi notu:
“AKP hükümetinin imzalayacağına dair irade beyanında bulunduğu ‘UYUM PROTOKOLÜ’, Türkiye’nin AB ile bugüne kadar oluşturduğu müktesebatın temelini oluşturan 1963 Ankara Anlaşması’na bir ek niteliğindedir ve Ankara Anlaşması’nı güncelleştirerek, yeni AB üyesi ülkelere de uygulanmasını sağlama amacını gütmektedir. Teknik nitelikli, sıradan ve olağan bir belge değildir.
Bu Protokol, yükümlülükler içeren kısımları itibariyle ve Protokolün Türkiye tarafından imzasının ne tür hukuksal etkiler doğuracağı konularında olmak üzere iki ana bölümde değerlendirilecektir. Protokolde yer alan yükümlülüklerin geriye dönüşü yoktur ve Türkiye’yi bağlar. Buna karşılık protokolün imzasının Kıbrıs Rum tarafını tanıma anlamına gelip gelmeyeceğiyle ilgili ortaya atılacak yorumlar konusunda, Türkiye’nin takınacağı tavır ve uygulayacağı siyaset açısından karşı tezler üretmek mümkün olabilir. Oysa kabul edilen yükümlülükler kısmında bu mümkün olmayacaktır.
Söz konusu Protokolün imzası, AB’nin KKTC ile ticaretini serbestleştirmesini ve doğrudan yapılmasını hukuken daha da zor hale getirecektir. Çünkü bu Protokole göre, Kıbrıs adasının tamamı üzerinde yapılacak ticarette geçerli olacak menşe şehadetnameleriyle ilgili yegane otorite Kıbrıs Cumhuriyeti sıfatıyla Rum kesimi olacak ve bütün gümrük düzenlemeleri de Rum tarafının kontrolünde bulunacaktır. Bu Protokol AB içerisinde birincil hukuk niteliği taşıdığı için, imza ve onay aşamasından sonra KKTC’ne yönelik doğrudan ticaretle ilgili AB tüzüğü bütün ticareti Rumlar üzerinden yapma zorunluluğunu beraberinde getirme ve aksine aksine bütün düzenlemelerin Rumlar tarafından AB Adalet Divanı’na götürülmesi riskini taşımaktadır. Dolayısıyla bu belgenin imza ve onayı, Türkiye’nin talep ettiği KKTC ile doğrudan ticaret düzenlemelerini daha da zorlaşması ve KKTC ile ticaret tüzüğünün Rumlar üzerinden düzenlenmesi olasılığını kuvvetlendirmektedir. Türk tarafının buna getireceği itirazlar bu protokolde Rumları bütün adayla yapılacak ticaretteki yegane otorite olarak gören imzamızdan dolayı etkisiz kalabilecektir.
Adanın tümüyle yapılacak ticarette menşe şehadetnamelerinin Rumlardan alınması ve Rumlara verilmesi konusu kesin hükümlere bağlanmıştır ve bu menşe şehadetnamelerine vurulacak Yunanca damgalar bile Protokol metnine konulmuştur. Bu Protokolün imzasından sonra Türkiye’nin KKTC ile yapacağı ticaretin bile zora girmesi ve Rumların girişimi ile AB organlarının Türkiye’yi Adayla illegal ticaret yaptığı konusunda uyarması söz konusu olabilecektir.
Bu Protokolü sadece Gümrük Birliği’ni genişleten teknik bir düzenleme olarak düşünmek yanlıştır. Bu Protokol ile Ankara Anlaşmasına GKRY de Kıbrıs Cumhuriyeti sıfatıyla taraf olacaktır. Bu durumda, Ankara Anlaşması’nın 7. maddesinde anılan ‘Anlaşma hedeflerinin gerçekleşmesini tehlikeye düşürecek her türlü girişimden uzak durma yükümlülüğü’ Türkiye’ye karşı ileri sürülebilecek; yine aynı Anlaşmanın 9. maddesinde anılan ‘uyrukluğa dayalı ayırım yapmama’ şartı da Rum gemi ve uçaklarına Türk havaalanlarını ve limanlarını kullandırmama politikamızı etkisiz hale getirebilecektir. Öte yandan Anlaşmanın 25. maddesinde anıldığı şekliyle, ‘yorum ve uygulamalarda anlaşmazlığa’ düşülmesi hallerinde, Rum tarafı ihtilaf konularının Ortaklık Konseyi’ne gelmesini ve AB Adalet Divanı’na veya hakemlik müesseselerine götürülmesini isteyebilecektir. Eğer GKRY bunu sağlayamazsa, kendisi doğrudan AB Adalet Divanı’na başvurma yolunu deneyebilecektir.
Bu Protokol GKRY’ni, Kıbrıs’ın tamamını temsil etmeye dayanan mevcut siyasetinde hem hukuki hem de siyasi açılardan daha güçlü hale getirecektir. Rum yetkililerin yaptıkları açıklamalarda da görüldüğü gibi, Rum tarafının siyaseti Kıbrıs sorununu BM çerçevesinde yapılacak müzakereler yerine doğrudan AB hukuku içerisinde çözmeyi amaçlamaktadır. Rumlar bu amaçlara salam politikasıyla ulaşmaya çalışmaktadırlar. Bu protokolün imzası Rumları maksimalist hedef ve taleplerde ısrarcı hale getirecektir. Dolayısıyla AKP Hükümeti bu protokolü imzalamak suretiyle, BM çerçevesinde yapılmasını arzu ettiği müzakerelerin başlaması olasılığını da gerçekte zayıflatmış olacaktır.
Protokolün imzası, konumunu iyice güçlendirmiş olacak Rum tarafını, Türkiye’ye, ‘askerlerinizi Ada’dan çekin, Anadolu’dan gelmiş olan yerleşikleri geri götürün’ gibi yaklaşımlarını ifade etmeye teşvik edecektir. Bu koşulların kabulü Türkiye’nin bütün hak ve menfaatlerinin giderek yok olması anlamına gelmenin ötesinde, Kıbrıs Türkü’nün bir halk olarak varlığını sürdürmesini olanaksız kılacaktır.
Unutmamak gerekir ki, şu anda AB’ne “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla girmiş bulunan GKRY 1959-1960 antlaşmalarına göre kurulmuş olan Kıbrıs Cumhuriyeti değildir. 1960 antlaşmalarına göre kurulmuş olan devlet 1963 yılında Rumlar tarafından silah zoruyla yıkılmış; Türkler yönetimden atılmış ve Rumların ele geçirdiği bu devlet Kıbrıslı Türklere 11 yıl boyunca etnik temizlik ve terör uygulamıştır. Terör uygulayan bu devletin halihazırda başında eskiden EOKA terör örgütünde fiilen yer almış birisinin bulunması oldukça manidardır ve Türkiye Uyum Protokolünü imzalamakla bu devleti ve başındaki eski teröristi tanıma sürecine girmiş olacaktır. AKP iktidarının Türkiye’yi geri dönülmesi mümkün olmayacak bir sürece soktuğu açıktır.
NE YAPILMALIDIR?
İmzalanma aşamasına girilen Protokolün aylardan beri Ankara’da AKP Hükümeti tarafından bir sır gibi saklanmakta olması demokratik ilkelere aykırıdır. Protokol metninin geçmiş örneklerde olduğu gibi, Kıbrıs Rumları, Yunanistan ve AB kurumları tarafından basına sızdırılmaması; üzerinde hiçbir tartışma yapılmaması ve sadece Ankara’nın Protokolü bir an evvel imzalaması gerektiğinden bahsedilmesi endişeleri artırmaktadır. İmza aşamasına gelindiğine göre, bu Protokolün resmi bir tercümesinin derhal kamuoyuna açıklanması gerekmektedir.
Protokolün teknik yönleri ve yaratması muhtemel sonuçlarına dair siyasi ve hukuki verilerin bir an önce başta TBMM mensupları olmak üzere tüm halkımıza gecikmeden açıklanması şarttır. Çünkü yukarıda bahsedilen vahim gidişatın engellenmesi bu aşamadan sonra ancak ve ancak bu Protokolün TBMM tarafından reddedilmesiyle gerçekleştirilebilecek görünmektedir.”