A.İlter TURAN SİYASET PENCERESİ |
Sayın Başbakanımız, polisimizin Gezi olayları sırasında destan yazdığını söyledi. Bu sözleri başka bir demokratik ülkenin diline çevirsek, ipucu vermeden insanlardan sözlerin hangi bağlamda söylendiğini tahmin etmelerini istesek, ne derler? Değişik cevaplar verebilirler ama bu iltifatın vatandaşların siyasi gösteri hakkını kullanmaları sırasında, polisin orantısız güç kullanımını takdir için söylendiği akıllarına gelmez. Başbakanımız polisimize iltifatta fazla cömert davrandı.
Sözlerim yanlış anlaşılmasın. Polisimiz, Başbakanımızın değil devletin polisidir, hepimizi koruyacaktır. Sıkıntımız olduğunda başvuracağımız merci odur. Taksim Olayları sırasında polislerimiz, Başbakanımızın beyanlardan anlaşıldığı üzere, onun emriyle kırk sekiz saatten fazla aç ve susuz görev yapmıştır. Demokrasiyle yönetilen ülkelerde polise bu şartlarla görev yaptıramazsınız. Sendikaları vardır, yasalar izin vermez. Bu şartlar altında çalışmaya mahkum ettikleri için yetkililerin polisimizden özür dilemesi gerekir. Ayrıca, olayları sakin yöntemlerle denetlemesine imkan vermek yerine, polisimizi çatışmacı yollara iterek aşırı güç kullanmaya mecbur tutmak, halkla karşı karşıya bırakmak ikinci bir özür daha dilenmesini gerektiriyor.
Olaylar bizlere polislerimizin görevlerini daha iyi, insanlarımıza daha az zarar vererek yerine getirebilmeleri için neler yapılması gerektiğini de gösterdi. İlkin, olaylar polisimizin durumun gerektirdiğinden öteye, sahip olduğu gücün tümünü seferber etme alışkanlığına sahip olduğunu ortaya koyuyor. İkinci olarak, gerek biber gazı kutularını gerek plastik mermileri fırlatırken kurallara riayet edilmediği; insanların yüzlerinin, gözlerinin hedef alındığı, haberlerde bildirilen yaralanma türlerinden anlaşılıyor. Bırakın toplum olaylarını, savaşlarda bile düşmanla angajmanda uyulması gereken kurallar vardır. Vatandaş topluluklarına karşı denetim görevi yapan polisin zor kullanım kurallarına harfiyen uygun olarak davranması tabii olmaktan öteye mecburiyettir. Bu konuda polisimizin iyi yetiştirilmediği ve kendisinden hesap sorulmasından da korkmadığı anlaşılıyor. Üçüncü bir sorun polisin yakaladığı kişiye yaptığı muamele ile ilgili. Memurların yakaladığı kişilerden hınç almak, onları öldüresiye dövmek, kafalarını kırmak gibi bir yetkisinin olmadığı aşikar. Bir yetiştirilme ve denetim sorunu ile karşı karşıyayız. Son bir husus da bir takım sivil giyimli ve eli sopalı adamların polis olduklarının (veya polise destek verdiklerinin) anlaşılmasıdır. Neresinden bakarsanız bakın, bu kural dışılığın da hoş görülecek tarafı bulunmamaktadır.
Aslında çare belli. Polisimizi insan bünyesinin dayanamayacağı koşullar ve süreler altında çalışmaya zorlamamız lazım. Sonra, toplum olaylarını demokratik yöntemlerle denetlemeyi öngören, disiplini vurgulayan eğitimi yoğunlaştırmak gerekiyor. Son olarak, denetim güçlendirilmeli. Denetim işlevi sadece devleti korumak güdüsüyle hukukun gereğini görmezden gelmeye hazır müfettişler ile yetinilmeyerek, içinde baro ve halk temsilcilerinin de yer aldığı bir mekanizma tarafından yapılmalıdır.
Sayın Başbakanım, polisimize moral verin, ancak sebep yokken bir hısımınızın dahi kolunu kıran tartışmalı uygulamaların sorumlularını takdirde cömert olmayın. Hepimizin başbakanı olarak, kusurları düzeltmeye yönelin. Biz vatandaşlar sizden bunu bekliyoruz.