NEREDE O ESKİ BARIŞ GÜÇLERİ!
Günümüzde Birleşmiş Milletler veya başka uluslararası örgütlerin kararlarıyla barış güçleri oluşturmak ve bunların etkin olmasını sağlamak çok zor gözüküyor. Barış güçlerinin geçmişteki gelişmesine bakıp bugünkü konumlarıyla karşılaştırdığımız zaman, çok bariz farklar var. Soğuk Savaş döneminde bloklar belirli istikrarsızlık ve çatışma noktalarında başlayacak olayların tırmanarak iki kutbu karşı karşıya getirebileceği endişesi taşıyorlardı. Dolayısıyla tarafların çatışma çıkmasını önlemeye dönük çıkarları ve iradeleri vardı. Bir çatışma noktasına sevkedilen barış gücü, çatışan taraflar arasına yerleştiriliyor, sıcak temas engelleniyor, taraflar arasında çatışmaya yol açabilecek bir olay ortaya çıktığı zaman iletişim barış gücü aracılığıyla sağlanıyordu.
Bizim en yakından tanıdığımız barış gücü Kıbrıs’ta bugün dahi görevini devam ettiren Birleşmiş Milletler gücüdür. Kıbrıs’ta taraflar kontrolden çıkacak gelişmeler olsun istemiyorlardı. Hepsi barış gücünün varlığını ve görevine devam etmesini benimsemişti. Dönem dönem barış gücünün şu veya bu davranışı tarafların itirazına yol açabiliyordu ama kimse barış gücünün gitmesini istemiyor, böyle bir durumda sıcak çatışma ortamına daha kolay geçilebileceğinden korkuluyordu. Dikkat ederseniz, böyle bir barış gücünün bir süre sonra varlığı bile dikkatlerden uzaklaşıyor, güç yerel ortamın bir parçası oluyor. Belki istisnai bir olay bir barış gücünün varlığını hatırlatıyor ama kısa süre sonra yine unutuluyor.
İki kutuplu dünyanın sona ermesinden sonra, dünyanın birçok yöresinde etnik kökenli çatışmalar ortaya çıktı. Ne kadar acıdır ki Avrupa’nın göbeğinde kan gövdeyi götürdü, herkes seyirci kaldı. Oraya gönderilmiş uluslararası güçler de etkili olamadı, vahşete seyirci kaldılar. Mücadelenin temposu düşünce, uluslararası camia hareketlendi, Amerika’nın önderliğinde askeri harekatlar düzenlendi. Şimdi buralarda daha sıradanlaşmış bir barış gücü var. İşi barışı korumak, onu da yapıyor. Sorun zaten barışın korunmasında değil, barışın inşa edilmesinde ortaya çıkıyor. Taraflar bir barış inşa etmeyi başarabilmişlerse ve bu barışı korunmaya değer buluyorlarsa, barış gücü başarılı oluyor. İşi de nisbeten kolay. Ancak, barış gücünün görevi çatışmaları durdurmak, tarafları silahsızlandırmak ve tarafların kabul edebileceği bir barış durumu yaratmaksa, bunu yapmak kolay değil.
Tartışmamıza vesile teşkil eden olayın Lübnan’da Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında bir barış gücü oluşturulması olduğunu herhalde tahmin etmişsinizdir. Lübnan’da taraflar mevcut durumun barışa temel teşkil ettiğini kabul etmiş gözükmüyorlar. İsrail ateşkes ilanından sonra bazı askeri eylemlere devam etti. Buna yenileri de her zaman eklenebilir. Bölgeye yerleştirilecek herhangi bir barış gücünün, bu güç ne büyüklükte olursa olsun, İsrail devletinin ordularıyla savaşması mümkün değildir. Benzer bir gözlemi, başka nedenlerle, Hizbullah için de yapabiliriz. Hernekadar Hizbullah’ın İran ve Suriye tarafındna desteklenen ve Lübnan hükümetinin denetlemekte aciz kaldığı bir güç olduğu söylenebilirse de, aynı zamanda Lübnan halkının bir bölümü tarafından desteklenen, parlamentoda temsilcileri bulunan bir parti. Lübnan’da siyasi partilere bağlı milis teşkilatları, tarihi olarak baktığımız zaman, alışılmış bir olaydır. Daha önceki durumlarda olduğu gibi, Hizbullah’ın silahların teslim etmesi pek olası gözükmüyor. Olsa olsa bunları sınırdan uzak bölgelere taşıması ve oralarda muhafaza etmesi söz konusu olur. Üstelik, Hizbullah Lübnan halkının sempatisini silahlı bir güç olarak İsrail’e karşı zorlu bir mücadele vermesiyle pekiştirmiştir. Bu nedenle de silahlarını ve askeri kabiliyetini korumaya çalışacaktır. Gücünü onlardan almaktadır. Hizbullah kendisi istemedikçe, bir barış gücü onu silahsızlandıramaz.
Birleşmiş Milletler tarafından oluşturulacak bir barış gücüne asker bulunmasında karşılaşılan güçlüklerin kaynağı, yukarda özetlediğimiz durumdur. Tarihi olarak Lübnan’ın kendisinden sorulduğunu vehmeden Fransa, başlangıçta yüksek sayıda asker göndereceğini ima etmiş, fakat durumu değerlendirdikten sonra taahhütlerini anlamsız sayılabilecek rakamlara düşürmüştür. Fransa, haklı olarak, barış gücünün görevinin tanımlanmasındaki güçlüklere işaret etmiştir. Bu güce katkıda bulunmayı düşünen her ülke bir takım şartlar ileri sürmektedir. Ülkemiz bu güçte başka Müslüman ülkelerin de yer almasını ama sadece Müslümanlardan oluşan bir güç olmamasını istemektedir. Ayrıca muharip unsurların gönderilmemesini öngörülmektedir. İsrail, kendisini tanımayan ülkelerin barış gücünde yer almasını istemediğini beyan etmiştir. Bu karmaşada bizi memnun edebilecek tek husus, tüm tarafların Türk askerini istemeleridir. Fakat sormamız gerekiyor: Bu kadar çelişkili taleplerin ileri sürüldüğü, görev tanımının bir türlü yapılamadığı bir ortamda barış gücü oluşturulabilir mi? Oluşturulsa, ne yapar? Muharip işlevleri üstleneceği söylenen Lübnan ordusunun böyle bir kabiliyeti var mıdır?