HERKESİ CİDDİYE ALMAK MECBURİYETİNDE DEĞİLİZ


Prof.Dr.A.İlterTURAN                                      

                                                                         siyaset penceresi

İnsanlar geleceği bilmeye karşı büyük arzu duyarlar. Bunun bir bölümü anlaşılabilir. Örneğin, kişiler borçlanırken gelecekte ödeme kabiliyetlerinin nasıl seyredeceğini veya çocuklarının hangi alanda öğrenim görmesinin uygun olacağını kestirmek için birkaç yıl sonra hangi mesleklerin geçerli olacağını bilmek isterler. Fakat, geleceği merak etmenin bu tür araçsal diyebileceğiniz gerekçeleri yanında, bilinmeyenlere erişme türünden bir tutkunun da varlığını inkar edemeyiz. Buna karşılık, geleceğin nasıl olacağını kestirmek zordur, çoğu durumda da mümkün değildir. Tahminler yanılgılarla doludur.  Sovyetlerin çöküşünü tahmin eden pek çıkmamıştı. Şu an yaşadığımız iktisadi buhranın da yaygın biçimde öngörüldüğünü söyleyemeyiz.

 

Geleceğin tahmininde başarının çok sınırlı olduğu gerçeği, geleceği öngörme sevdamız karşısında çoğu zaman yenik düşüyor.  2000 yılı yaklaşırken önümüzdeki on yıldan tutun bin yıl sonrasının nasıl olacağına ilişkin kitaplar piyasayı sarmıştı. Şu anda hatırlamakta bile güçlük çektiğimiz tahminlerde bulunmuşlardı. Bırakın ne dediklerini, o kitapları yazanları da unuttuk. Vadesi uzun tahminlerin tutma şansı zayıf. Olayların akışı içinde, gerçekleşenler de  kaybolup gidiyor.

 

Bunca sözden sonra, sizden bir tahminde bulunmanızı istememi yadırgayabilirsiniz ama sorayım: Tahminler konusu nereden aklıma geldi? Doğru tahmin ettiniz. Tamamladığımız hafta George Friedman adında bir gelecekbilimci İstanbul’da konuştu. Çok hoşumuza gidecek şeyler söyledi. Türkiye’nin bir vade sonunda dünyanın lider ülkelerinden biri olacağını, insanlara çocuklarına Türkçe öğretmelerini tavsiye  ettiğini, Avrupa’nın çökeceğini, Amerika’nın dünya liderliğinden düşeceğini ve benzeri tahminleri peşpeşe sıraladı. Bunların bir bölümü zaten sık sık dile getirildiği için pek orijinal sayılmamaları doğru olur. Örneğin Amerika’nın sıkıntıları, artık tek başına dünyaya hükmetme devrini tamamladığı, Avrupa nüfusunun yaşlandığı, AB’nin değişime uyum kabiliyetinin sınırlı olduğu için sanıldığı kadar parlak bir geleceği olmadığı sıkça ifade ediliyor. Türkiye’nin yükselmekte olan bir toplum olduğu, gücünün ve öneminin artmasının muhtemel olduğu da yine artık yabancısı olmadığımız düşünceler. Fakat Hazret Türkiye’nin neler yapması gerektiğini de sıralamış. Burada bir dakika düşünelim.

 

Daha önce dile getirdiğim bir uyarı ile başlayayım: Hiçbir toplum başarıya mahkum değildir. Yanlış siyaset tercihleri olayların akışını değiştirir. Yirminci yüzyılın başında Arjantin’in Amerika’dan daha fazla istikbal vaadeden bir ülke olarak görüldüğünü söyleyesem, bugün bana kim inanır; halbuki öyledir. Bize gelince, yerel seçimler uğruna iktisadi krize karşı tedbir almamak, bürokrasiyi partizanlaştırmak, demokrasinin kurallarını zorlamak, bizi yükselen ülke statüsünden uzaklaştıramaz, ekonomimiz  gerileyemez diyebilir misiniz? Hazret yükselişimizi doğru bilse  bile, vardığı sonuç çok mu tabii? Mesela, gidin, Osmanlı gibi Orta Doğu’ya hükmedin demek yerine pekala, AB’ne girin, diğer üyeler zayıflayacak, hepsine hükmedersiniz diyebilirdi. İhtimal, nostaljik mesajların iktidarımızca fazlaca beğenileceğini düşünmüş olabilir. Basınımız nedense Friedman’ı pek ciddiye aldı. Naçizane, herkesi ciddiye almak mecburiyetinde değiliz. 


 

Sitemizde yayınlanan makale, yazı, döküman, dosyalar ve resimler izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Copyright © 2014 Ruyiad Tüm Hakları Saklıdır.
Sitemap