Krizlerin nedeni milli gelirin yanlış hesaplanması değil ki
Dünya kamuoyu, ABD’deki ipotekli konut kredilerinde başlayan sorunun yol açtığı krizin biraz daha derinleşip diğer kredilere de sıçrayıp sıçramayacağını tartışıyor. Doğal olarak biz de böyle bir krize 2007 yılında 38 milyar doları bulan, önlem alınmazsa bu yıl 45–50 milyar dolara doğru giden bir cari işlemler açığıyla yakalanan Türkiye’nin, ekonomi yönetiminin neler yapacağını merak ediyoruz. Bu yüzden bu yılbaşından bu yana ekonominin gündemin birinci maddesi haline getirilmesi için sağlı yapıyoruz.
Başbakan Yardımcısı Nazım Erken, Devlet Bakanı Mehmet Şimşek ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın, yani ekonominin yönetimindeki üç bakanın önceki gün sabah erken saatlerde ortak bir basın toplantısı düzenleyeceklerini öğrendiğimizde, televizyonun karşısına bu merakınızı giderecek açıklamalar bulacağımızı düşünerek oturduk.
Ancak, basın toplantısından, “Yeni milli gelir serisine göre göstergelerimiz eskisine göre daha sağlam. Bütçe açığının, kamu açıklarının, iç ve dış borçların, vergi gelirlerinin, bütçe harcamalarının milli gelire oranı azaldı, dolayısıyla krizlere karşı artık daha dayanaklıyız" diye özetleyebileceğimiz bir sonuç çıktı. Gazetecilerin fazla soru sormasına da izin verilmediği için ortada pembe bir ekonomi tablosu kaldı. Biz de kendi merakımızla baş başa kaldık.
TÜİK’in “pardon ben yanlış hesaplıyormuşum” diyerek milli gelir rakamlarında yaptığı düzeltmenin ekonomiyi durduk yerde krizlere karşı nasıl daha dayanıklı hale getirdiğini birçok kişi gibi ben de çözebilmiş değilim.
Eğer biri çıkıp Türkiye ekonomisinin önceki yıllarda yaşadığı krizlerin nedenlerinden birinin de TÜİK’in milli geliri yanlış hesaplaması olduğunu ispat ederse, diğer hiçbir göstergeye bakmadan yeni milli gelir hesabının bizi krize karşı daha dayanıklı hale getirdiğine ben de inanacağım.
Biz üç değerli bakanımızın bir araya gelip yaptığı bir basın toplantısında, pembe tablo yerine mesela, dünyanın en yüksek faizini ödemekten nasıl kurtulabileceğimizin planını duymayı tercih ederdik. Çünkü birçok AB ülkesinden bile daha düşük borçluluk oranına sahip bir ülke, eğer AB ülkelerinden üç dört kat fazla faiz ödüyorsa orda bir sorun var demektir.
Türkiye ihracatının yaklaşık yüzde 60’ı kadar dış ticaret açığı veriyor. Yani ithalatının yüzde 40’ına yakınını borçla gerçekleştiriyor. Bu yüzden de çok yüksek düzeyde cari işlemler açığı veriyor. Biz ekonomi yönetimimizden kısa ve uzun vadede bu tablonun daha olumlu hale getirilmesi için ne tür önlemler alınacağını duymak isterdik.
Mesela bir Türk vatandaşı Hazine iç borçlanma kâğıtlarından faiz geliri elde ettiğinde bunun yüzde 10’unu vergi olarak öder. Ancak yabancılar tek kuruş vergi ödemezler. Dolar bazında yılda yüzde 40–50 kazanç sağlayan sıcak paradan üç-beş kuruş vergi alamıyoruz. Çünkü sıcak paraya göbekten bağımlı hale gelmişiz ve kaçmasından korkuyoruz. Kaçarsa kriz olacağını biliyoruz. Bu nedenle biz üç bakanımızdan sıcak para bağımlılığını ortadan kaldırmak için ne tür önlemler alındığını duymayı tercih ederdik.
Bu örnekler daha da çoğaltılabilir. Kimse yöntem değiştirilerek kâğıt üzerinde artırılmış milli gelirin, sihirli bir değnek gibi ekonomideki tüm sorunları çözeceği yanılgısına düşmesin.