ALTYAPISI OLMAYAN PARTİLERDEN ÜSTYAPI ÇALIŞMALARI

ALTYAPISI OLMAYAN PARTİLERDEN ÜSTYAPI ÇALIŞMALARI

İlter TURAN                                                                                 

                                  siyaset penceresi

 

Siyaset hayatımızı renklendiren olayların eksikliğini duyduğumuz bir dönemi hemen hiç hatırlamıyorum. Her zaman düşünürüm. Böyle hareketli, her gün yeni birşeylerin gerçekleştiği, siyasi liderlerinin toplumu eğlendirdiği bir ülkenin siyasetini izlemek başlı başına bir keyif olsa gerek. Hayatın olağan temposu içinde akıp gittiği, insanı şaşırtacak hiçbir olayın cereyen etmediği bir ülkede yaşamak ne kadar sıkıcı olurdu. Örneğin bir İskandinav ülkesinde yaşamak kimbilir insanı ne kadar bunaltır. Ancak hatırlatmadan geçemeceğim, siyaseti bol ve eğlenceli diyar kendi ülkemiz. Ayrıca, eğlencenin sıkça ödemek zorunda kaldığımız bir bedeli de var: iyi yönetilememek. Biraz daha az eğlence karşılığı daha düşük bedel ödemeye ben çoktan razıyım. Sizler de eğlenceden biraz tasarruf ederek daha iyi yönetilmeyi istemez miydiniz?

 

         Son iki haftanın eğlencesi çok boyutlu. Ortak tarafı ise 2002 seçimlerinde seçmenden ağır darbe yemiş, son anket sonuçlarına bakılacak olursa, seçmen katında da inandırıcılığı bulunmayan bazı siyasi partilerin liderlerinin ülkemizi düştüğünü iddia ettikleri zor durumdan kurtarmaya karar vermiş olmaları. Tek bir hareketle karşı karşıya değiliz. Örneğin, kurucu lideri ağır hasta olan bir parti başkanının refikaları hanımefendi, hangi sıfat ve yetkiyle yapıyor bilinmez, partisinin başkanını yanına katmaya gerek bile duymadan, diğer parti başkanlarını ziyaret turuna çıktı. Kimi lider hoş ama boş karşıladı, kimi randevu dahi vermedi, kimse ikna edilemeden tur tamamlandı. Acaba bu merasimden ne bekleniyordu? Bilemem ama sanki ülkenin laik-dinci ekseni hattında bir saflaşmaya gitmesi zamanının geldiği, böyle bir ortamda da saflaşmanın adresinin turlara öncülük etmeye çalışan parti olduğu düşünülüyor.

 

Tek örneğimiz bu değil. Bir başka partinin eski lideri de siyasete döneceğini ifade etti. Hangi partiye, hangi programla, ne yapmak amacıyla gireceği açıklığa kavuşmuş değil. Eski genel başkanımız galiba siyasete geri dönsün diye bir davetiye de bekliyor ama kıymetini bilmemekte direnen mevcut siyasi kadrolar, nezaket cümlelerini esirgemeseler bile, “Buyurun, siz bize çok lazımsınız” demiyor. Demelerini beklemek pek mi gerçekçi olur? Sanmam. Ama olsun, göle bir kaşık yoğurt hele bir çalınsın, bakalım belki birşeyler olur.


 

Tabii, bu arada ana muhalefet partimiz de kendine göre bu gösteriye katılmaya gayretinde. Son olarak, genel başkanı partiyi sağa açacaklarını söyledi. Bizim partilerin kendilerini sağ veya sol diye tanımlamalarının, evrensel ölçüler muvacehesindeki anlamsızlığı bir yana, acaba solda olduğu düşünülen oyların partiye kazanılması işlemi tamamlandı da, iktidara gelmek için eksik kalan birkaç oyu da sağdan almak gereği mi hasıl oldu? Yoksa, solda zaten oy yok, biz en iyisi sağa mı açılalım deniyor? Ya da, solda oy olsa da bize geleceği yok, en iyisi oyların daha bol gözüktüğü sağdaki oylara mı talip olalım diye düşünüldü? Doğru cevabı belki siz biliyorsunuzdur.

 

İsterseniz örneklere devam etmeyelim de, bu eğlenceli ve sonuç getirmeyen gösteriler dizisinin nereden kaynaklandığını irdelemeye çalışalım. Sorun şu veya bu şekilde ve oranlarda tüm siyasi partilerimizi kapsıyor ama had safhada olduğu yer DSP. Evet, en berrak biçimde DSP’de görüldüğü gibi, partilerimiz dar kadroların oluşturduğu, devlet yardımının hayat öpücüğü verdiği, seçim dönemlerini sabırsızlıkla bekleyen, başkalarının başarısızlığının kendilerini başarıya götüreceğini ümit eden, iktidara fikri ve program açısından hazırlıkları bulunmayan örgütlerdir. Bu nedenledir ki, partilerimizin seçmen katındaki bağları çok zayıftır. 1991 sonrası seçimlerde oyların partiler arasında büyük hareketlilik sergilemesi, bu savın en güçlü kanıtıdır. Partilerin toplumdan kopuk ve dar kadrolar tarafından yönetilmeleri, yaygın üyelik yapısı oluşturamamaları, parti içi demokrasinin işlemez olması, toplumsal değişime ayak uydurmalarının önünde de ciddi bir engel oluşturmaktadır.  Değişime uyum sağlamanın en iyi yollarından biri lider yenilenmesidir. Siz acaba seçimde en ağır yenilgi sonrasında bile liderini yenilemeyi beceren kaç parti biliyor sunuz? Hiç genel başkanı ve parti yönetimini değiştirmeye çalışan bir taşra örgütünün görevde bırakıldığını gördünüz mü? Herhangi bir milletvekilinin parti yöneticilerini eleştirmesine rağmen, partisinden atılmadığına şahit oldunuz mu? Sanıyorum, eğer bir parti hayatiyetini sayıca yüksek ve faal üyelere borçlu olsaydı, partilerin üst yönetimleri bu kadar serbest hareket edemez, partiler de seçimden seçime bu kadar oy kazanamaz ya da oy kaybına uğramazlardı.

 

Belki biliyorsunuz ama, partilerimiz arasında toplumla bağları en güçlü parti olanı iktidar partisidir. O da merkeziyetçi bir yapı ve parti içi demokrasi eksikliğiyle malul. Ama çok sayıda insana parti içinde yer vermeye, onları çalıştırmaya, seçmenin dertlerini dinlemeye ve saygı göstermeye daha yatkın. Onun için başarısı sınırlı kalsa bile oyları azalmıyor, muhalefetin oyları ise yerinde sayıyor. Partilerimizin derdi yok, iyi vakit geçiriyorlar. Biz vatandaşlar ise, siyasetten yakınarak, dertlerimizin altında ezilerek, altyapısı olmayan partilerin üstyapı çalışmalarını şaşkınlıkla izlemeye devam ediyoruz.

Sitemizde yayınlanan makale, yazı, döküman, dosyalar ve resimler izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Copyright © 2014 Ruyiad Tüm Hakları Saklıdır.
Sitemap