BU İŞLER NASIL İŞLER, AKLIMIN ERMEDİĞİ İŞLER!

BU İŞLER NASIL İŞLER, AKLIMIN ERMEDİĞİ İŞLER!

İlter TURAN                                                                                 

                                  siyaset penceresi

 

Dış politikada yenilik getirme, cesur adımlar atma ile maceracılık arasındaki çizgi sanıldığı kadar belirgin olmayabilir. Hükümetimiz ilk göreve geldiği zaman, geleneksel olarak uzak durduğumuz komşularımıza yakınlaşmak politikası izleyeceğini belirtmişti. Zaman içinde bu politikanın hayata geçirilmesi için gayret de gösterildi. Henüz yeni politikanın büyük faydalar sağladığını söylemek mümkün gözükmüyorsa da, büyük zararlar getirdiğini de iddia edemeyiz. Ancak, bu arada bir başka sorun ortaya çıkmış gibi gözüküyor: hükümetimiz yeni politikasını uygulamaya geçirdikçe, kendinde aslında sahip olduğu yeterince açıklığa kavuşmamış bir güç vehmetmeğe başladı. Bölge devletleri nezdinde itibarımızın yüksek olduğu, sözümüzün dinleneceği ve bunun sonucu olarak da bir kısım sorumluluklar üstlenmeye hazır olduğumuz düşünülüyor anlaşılan. Suriye ile sorun mu var, biz onları ikna edebiliriz: Ver elini Şam ya da hoşgeldin Sayın Başar. İran ile bir anlaşmazlık mı var, bırakın biz uyaralım, doğru yola gelirler. Arab-İsrail anlaşmazlığı mı söz konusu, gelsinler, biz aralarını bulalım. Tabii, bu tür öneriler yapılırken zihinlerin arka planında yer alan varsayımlar yeterince doğru olmazsa, cesur davranalım derken maceracı bir yola girmek işten bile değil.

 

         Malumunuz, bir süredir hükümetimiz Filistinliler ve İsrail arasında arabuluculuk yapabileceğini söylüyor. Bazen birbiri ile uzlaşma ihtiyacı duyan iki ülke, şayet aralarındaki iletişim eksikliği varsa, doğrudan temasa geçmenin siyaseten kabul edilmesi zorsa, bir üçüncü tarafın fikri ve maddi katkılarının önemine inanıyorlarsa, hatta varılabilecek anlaşmaların uygulanma olasılığının arabulucu sayesinde yükseleceğini düşünüyorlarsa, bir arabulucuya yönelebilirler. Arabulucunun tarafların güvendiği bir ülke olması aranan hizmetin niteliğinden kaynaklanan ve açıklanmasına gerek dahi olmayan bir özelliktir. Tabii, arabuluculuğu kabul eden ülkenin de böyle bir sorumluluğu üstlenmesi için giriştiği çabanın başarılı olma şansının yüksek olduğunu düşünmesi gerekir. Başarısızlık itibar yanında inandırıcılık da kaybettirebilir. Acaba, hükümetimiz Filistin-İsrail arasında arabuluculuk yapmayı önerirken, arabuluculuk koşullarının oluştuğunu mu düşünmüştür, yoksa pek iyi düşünülmemiş ve sonuçları hesap edilmemiş bir iyi niyet gösterisinde mi bulunmaktadır? Ben ikinci olasılığın bir hayli yüksek olduğunu tahmin ediyorum. Açıklayayım:


 

         İlkin, şu andaki manzaraya bakılacak olursa, taraflar mevcut koşullar altında uzlaşmaya hazır bir görünüm vermiyorlar. Hamas yönetimi, İsrail’i meşru bir varlık olarak kabul etmiyor, hedefini bu ülkeyi haritadan silmek olarak tarif ediyor. İsrail ise, kendisini tanımayan ve bugüne kadar işlerini teröre başvurarak yürütmekte beis görmemiş bir hareketle barış planları yapmayı uygun bulmuyor. Bu durumda, ben arabuluculuk yaparım demek acaba “Türkler durumu anlamıyorlar, bu işlere akılları ermiyor mu yoksa!” türünden bir değerlendirmeye yol açmaz mı? Zannediyorum, Hamas İsrail’i tanıdığını ve terörü onaylamadığını ilan etse, İsrail ve Filistin Yönetimi zaten arabulucuya gerek duymadan görüşmelere başlayabilirler. Başlamış bir süreç zaten var.

 

         İkinci olarak, Türkiye’nin arabulucudan beklenen katkıları sağlayacak konumda olmadığı da akla geliyor. Filistin-İsrail müzakerelerinde Amerika’nın sık sık liderlik yapması çoğu zaman Birleşik Devletlerin bazı işlerin yürümesi için kesenin ağzını açmasıyla sonuçlanır. Herhalde Türkiye’nin şu anda böyle cömertlikler yapacak hali yoktur. “Belki paramız yok ama taraflar Türkiye’ye güveniyor, gerekirse Türkiye başkalarından da kaynak temin etmek için girişimlerde bulunabilir!” diyebilir misiniz?  Hiç sanmam. Biz Arab dostlarımızın bize güvenmesi gerektiğini düşünürüz, bunu da din kardeşliği ve ortak geçmişle açıklamaya çalışırız. Halbuki önemli olan komşularımızın bize güvenmesi gerektiği değil, fiilen güvenip güvenmedikleridir. İzlenimim, komşularımızın bize yeterince güven duymadığı istikametindedir. Belki, son yıllarda izlediğimiz dış siyaset onları memnun etmiş, onlar katında bize duyulan güveni arttırmış olabilir ama bunun Türkiye’yi uzlaşmazlıklarında tabii arabulucu olarak görme düzeyine ulaştığını söylemek için biraz erken oluyor. Her iki taraftan da talep gelmeden arabuluculuk önermenin gerçeklerle ilintisini kurmak kolay olmamaktadır.

 

         Henüz Filistin’in yeni yönetiminin nasıl bir yol izleyeceği belli değilken, kısmen ait olduğumuz kısmen de parçası olmayı tasarladığımız dünya Hamas’tan terörden vazgeçtiğini açıklamasını beklerken; hükümetimizin ziyaretin parti ile sınırlı tutulduğu gibi, kendisinden başka kimsenin inanmadığı bir gerekçeyle Hamas temsilcisini ağırlaması, “vereceğimiz mesajlarla biz ikna ederiz gibi vehimlere kapılması ve arabuluculuk hayallerinin peşinden gitmesi, sonuçları iyi kestirilemeyen bir maceradır. Bilinen tek şey, bu maceracılığın ülkemize duyulan güveni güçlendirmediğidir. Ayrıca, bunun bir bedeli de olacaktır. Bedelin niteliği bşle maalesef ifade edilmiştir. Sonuçta, “bu işler nasıl işler!” benim pek aklım ermiyor. Pek emin olamıyorum ama, İnşallah hükümetimizin eriyordur.

Sitemizde yayınlanan makale, yazı, döküman, dosyalar ve resimler izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Copyright © 2014 Ruyiad Tüm Hakları Saklıdır.
Sitemap