SİYASET PENCERESİ
AMAN DİKKAT, AKLI SELİM ELDEN GİDİYOR!
İlter TURAN
Son günlerde siyaset sahnemizde cereyan eden olaylara bir bakalım. Bir siyasi partinin “ununu elemiş, eleğini asmış” liderinin, resmi sıfatı olmayan, fiili gücünün yüksek olduğu rivayet olunan refikaları “Din elden gidiyor!” buyurdular. Yüksek malumları olduğu üzere, biz vatandaşlar, bu tür çığlıkların daha önceleri Derviş Vahdeti ve şürekası tarafından atıldığını bildiğimizden, kulaklarımıza inanamadık. Sonradan anlaşıldı ki, AB yolunda ilerlerken alışmamız gereken özgürlüklerden biri olan kişinin dinini seçme özgürlüğüne herkes hazır değil. Tabii, bu özgürlüğün tamamlayıcısı olan ibadet özgürlüğü, ibadethanelerin açılmasını da içeriyor. İfade özgürlüğü ise kişinin başkalarını kendi inancına katılmaya davet etmesini de içeriyor. Hanımefendi bunlardan rahatsız. Dinimizin elden gittiğini düşünüyor. Her binanın alt katı kilise oldu diye bir takım tespitlerde bulunuyor. Eğer, olay çok yaygın olsaydı başkaları da farkında olurdu ama müşahade hassaları yeterince keskin olmadığı için, kimse olayın farkında değil. İş burada bitse yine iyi. Fakat hanımefendi, beyinin iktidarda bulunduğu dönemlerde çok sayıda İmam-Hatip okulu açıldığını, dine çok hizmet ettiklerini iddia ederek, daha dindar tanınan partilerle biraz eğlenceli bulunabilecek bir rekabete giriyor. İnsan düşünmeden edemiyor, acaba bu değerli görüşler gerçekten tırmanan bir olayı mı aktarıyor, yoksa bazı kişilerin siyasi ihtiyaçlarına mı cevap veriyor? Olaya uzaktan bakanlar, maalesef, ikinci olasılığa evet demek temayülünde. Siyasi haritadan silinme yoluna girmiş bir siyasi örgütün ve anlayışın, her ne pahasına olursa olsun dikkati çekmek ve “ses getirmek” için fazla ilkesellik gözetmeden çırpındığını düşünüyorlar.
Siyaset sahnemize bakmaya devam edelim. Bu sefer, beyfendinin bir açıklaması herkesi şaşırtıyor. Atatürk’ün bir vasiyeti, İsmet İnönü aracılığıyla kendisine aktarılmış. Şimdi kamuoyuna açıklıyor, çünkü zamanı gelmişmiş. Vasiyete göre, Türkiye’nin Musul’u geri alması lazımmış. Her yanıyla açıklanmaya ve kanıtlanmaya muhtaç bir beyan. Neden derseniz, ilkin Atatürk ve İnönü, gerçekleştirilmesi muhtemel olmayan hedefler için çok kaynak tüketip, eldekini de tehlikeye atmayacak kadar gerçekçi siyaset adamlarıydılar. Büyük fedakarlıklarla kurulan cumhuriyete maceralara atılmasını öğütlemeleri pek muhtemel gözükmüyor. Olayın bir de kişiyle ilgili bir boyutu var. İsmet İnönü bu vasiyeti aktardığı ölümüne yakın dönemde Bülent Bey’e yakın değildi.
Dolayısıyla, vasiyeti ona aktarmış olması bu açıdan da pek muhtemel değil. Sanıyorum, zaman zaman hepimizin yaşadığı gibi, hayaller ve hakikatler birbirine karışmış. İnsan inanmak istediği şeyleri inandırıcı buluyor. Fakat zamanlama açısından, bu açıklama yine bazı siyasi ihtiyaçlara cevap veriyor.
Ufuk turumuz devam ediyor. Sosyal demokrat olma iddiasındaki bir partimizin genel başkanı, bu göreve talip olan bir ilçe belediye başkanının uyandırdığı ilgi karşısında kızgınlığa kapılıp, onu yolsuzluk yaptığı iddiasıyla parti disiplin kuruluna veriyor. Amacı onu partiden uzaklaştırmak ve rahatlamak. Ama o da ne, genel başkanın her birini itina ile seçtiği has adamları, genel başkanlarının dediğini yapmıyorlar ve ilçe belediye başkanı hakkında herhangi bir disiplin işlemi gerçekleşmiyor. Genel başkan küplere biniyor, disiplin kurulu üyelerinden bazılarının rüşvet aldığını ileri sürerek partisini olağanüstü kurultaya davet ediyor. Herhalde kurultayda, şimdi partisinden ihraç etmek istediği ilçe belediye başkanını iki sene önce neden kucakladığı, yakasına rozet taktığı sorulacaktır? Bu kişi uzun süredenberi siyaset yapmaktadır. Eğer uygun olmayan işler yapmışsa, bundan daha önceleri hiç mi haberi olmamıştır? Tamamen kendine bağlı zevattan oluşturduğu kurullar, şimdi rüşvet alarak iradesine karşı çıkıyorlarsa, bu kurulları ne biçim insanlardan oluşturmuştur? Kamuoyunda Türkiye’nin sorunlarından uzak olduğu, günlük olaylara perakende tepkiler vererek tutarlı herhangi bir çizgi izlemediği izlenimi veren, vaktini daha çok kendi iç mücadeleleriyle geçiren bir partinin seçmene güven vermesi, iktidara alternatif diye algılanması mümkün müdür? Hiç sanmıyorum.
Turumuz aslında çok daha uzun sürebilir ama son bir olaya temas ederek nokta koyalım. Din İşleri Yüksek Kurulu diye bir kurul var. Yılbaşı ile ilgili olarak durumdan vazife çıkarmış. Müslümanların bu Hırıstiyan adetine uymamalarını istemiş. Tabii, Hazretler biraz araştırsalar, bu tür kutlamaların dinden kaynaklanmadığını görebilirler. Biraz düşünseler, her konuda ahkam kesmelerine gerek olmadığını da farkedebilirler. Biri onlara bu konuda soru yöneltse, biraz daha tabii bir yanıt da verebilirler, örneğin İslam dininin eğlenmeyi yasaklamadığını, isteyenin yılbaşında dilediği gibi eğlenmesinin kendi tercihi olduğunu, ama dinin içki içmeyi onaylamadığını hatırlatabilirler. Ama, dünyaya nizam vermek, dinin karışmadığı alan bırakmamayı iş edinmişler.
Bu kısa turda anlatılanlara bakıp, kötümser olmayın. Devrini tamamlayan şahıs, kurum ve düşünceler, sona ermeleri yaklaşınca, aklı selimden uzak işler yaparlar, sert ve tutarsız mücadeleler verirler. Aman, aklı selim elden gidiyor diye korkmayın. Sadece aklı selimini yitirenler gürültülü bir şekilde siyaset sahnesinden gidiyorlar. Geleceğe güvenle bakabilirsiniz.