BİZ BU İŞLERLE DAHA UZUN SÜRE MEŞGUL OLACAĞA BENZERİZ
Bilmem dikkatinizi çekti mi ama son günlerde gündeme hangi konu gelirse gelsin, altında din-toplum-siyaset ilişkisini düzenlemekte karşılaştığımız sorunlar yatıyor. Bu satırların yazıldığı sırada Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde çocuğunun mezuniyet törenine girişi engellenmiş anneye yapılan muamele konuşuluyor. Bu yazıyı siz okurken tartışmanın henüz sona ermiş olacağını zannetmiyorum çünkü bir yandan siyasilerimiz olaya ilişkin tepkilerini dile getirip tartışmaya devam ederken, diğer yandan bu tür durumlarda nereden ve nasıl peydahlandığı meşkuk bir ekip de Cumhurbaşkanımıza Kuran hediye ederek dikkat toplamaya çalışıyor. Herhalde unutmadınız, Atatürk Üniversitesi mezuniyet törenindeki olayla ilgili tartışma başlamadan biz yine benzer bir konuyu, cumhurbaşkanı seçimini tartışıyorduk. Biliyorsunuz, bu önemli göreve başbakanımızın gelme olasılığı değerlendirilirken, üzerinde en çok durulan husus eşinin başını örtmesi oldu. Anlaşılıyor ki, Sayın Erdoğan’ın 2007’de Çankaya’ya çıkmasının doğuracağı en önde gelen sorun turbanlı eştir. Bu tartışmalardan iki hafta önce ise Ceza Kanunundaki değişiklikleri tartışıyorduk. Gündemi en fazla işgal eden madde ise kaçak Kuran kursu açanlara hapis cezasının kaldırılması idi. Nitekim, o madde Çankaya tarafından onaylanmadı. Başbakanımıza bakılacak olursa, aynı şekliyle yeniden kabul edilecekmiş.
Dinle ilgili konular bitmek tükenmek bilmiyor. Belki çoğu vatandaşımızın yakından ilgilendiği bir konu değil ama cemaat vakıfları ile ilgili yasanın da din-toplum-siyaset ilişkisiyle yakından bağlı olduğunu görmemek olanaksız. Malumunuz, bizin devletimiz sadece bir dinin bir mezhebini kamu fonlarıyla destekler. Bunun dışında kalan din ve mezhepler kendi başlarının çaresine bakmakla mükelleftirler. Ama burada bile rahat yoktur. Dini cemaat vakıflarına uzun süreler hayat hakkı tanınmamış, ancak AB ile üyelik müzakereleri söz konusu olunca farklı dine mensup vatandaşlarımızın kendi dini kurumlarını, ibadethanelerini geliştirecek ve destekleyecek hayır kurumlarını kurmalarını özgürleştiren bir hukuk düzeninin oluşturulmasına çalışılmıştır. Çoğunluk dininin farklı bir mezhebine bağlı vatandaşlarımız ise daha da ilginç bir durumdadırlar. Diyanet İşleri böyle bir mezhebin olmadığını ileri sürerek, devletin bir kısım insanımıza ibadethane açmak için arazi tahsisini fiilen engellemektedir.
Evet, az daha unutuyordum! Biz birkaç gün önce, orta öğretimdeki din derslerinde tatbiki öğretim yapılmasına ilişkin bir tartışma daha yaşadık. Sözde bir dinin ve mezhebin merasimini öğretmeyi amaçlamayan, mukayeseli din dilgisi, inanç felsefesi gibi konuların ele alınacağını iddia edilen bu derslerde camiye gidilmesi, abdest alınması ve namaz kılınması vesaire öğretilecekmiş. Basında ufak bir kıyamet kopunca, Milli Eğitim Bakanımız, bu fikirden vazgeçildiğini açıkladı. Demek ki, sessiz kalınsa imiş, okullarımızda zaten bir dinin bir mezhebinin amelini öğretmeye dönük olarak uygulanan “teorik” öğretim pratikle de desteklenecekmiş. Yakın dönemde gündemimize giren benzer konuları siz de hatırlayabilirsiniz ama yeterince örnek verdik zannediyorum. Bir türlü halledemediğimiz, her vesile ile karşımıza çıkan, toplumsal ve siyasal gerilimleri yükselten, bizi kilitleyip diğer sorunlarla ilgilenmemizi engelleyen, sosyal ve neticede siyasal kutuplaşmalara yol açan bir din-toplum-siyaset ilişkisi sorunumuz var. Bu sorunu şu veya bu şekilde halletmezsek, geleceğe güvenle bakmamız zorlaşıyor. Ancak maalesef, bir çözüm girişimine kalkışmak da çok zor. Farklı görüş sahipleri arasında karşılıklı derin bir güvensizlik hüküm sürüyor. Hangi konu tartışılmaya başlanırsa başlansın, hemen sesler yükseliyor, karşılıklı ithamlar, suçlamalar başlıyor. Ardından tehditler geliyor. Tam bir konu kapandı, ortalık yatışıyor derken, bakıyorsunuz yeni bir konu gündeme girmiş bile.