LAİKLİK KONUSUNDA KAFA KARIŞIKLIĞI EGEMEN
İlterTURAN
siyaset penceresi
Sayın Başbakanımıza kim bu akılları verdi, ne için verdi bilemiyorum ama laiklik konuları açıldığı zaman kendisinin sık sık tekrarladığı bir ifade var. “İnsanlar laik olmaz, devlet laik olur,” diyor, sonra da bu tema üzerine açıklamalara yöneliyor. Söylediklerini okurken, başbakanımızın düşüncelerini netleştiremediği, din ve yönetim arasındaki ilişkiler hakkında tutarlı olduğundan emin olamadığım karmaşık düşüncelere sahip olduğu izlenimini ediniyorum. Tabii, böyle bir durumun sağlıklı olduğunu söylemeye imkan yok. Şu sırada toplumumuzu en fazla meşgul eden, siyasette temel ayrışma ekseni oluşturan bir olgudan söz ediyoruz. Sayın Başbakanımızın ve siyasetteki tavırlarını ona bakarak belirleyen yoldaşlarının rejimimizin temel niteliği ile ilgili düşüncelerini bir an önce berraklığa kavuşturmaları gerekiyor.
Başbakanın iddiası, devletin laik olduğu, insanların olmadığı. Bunun anlamını birlikte irdelemeye çalışalım. Her devlet laik değildir ama bizim devletimiz laik, bu Cumhuriyetin en güçlü siyasi ilkesi. Çoğu zaman, üzerinde fazla düşünmeden, “laiklik din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır” diye kestirip atıyoruz. Bu biraz fazla sade bir tanım. Din, sosyal bir kurum olarak siyasette neler yapılabileceğine bir sınır oluşturabiliyor, kamu eylemine ahlaki bir boyut ekleyebiliyor, yön verebiliyor. Daha sağlam bir tanım, devletin muhtelif inanç sistemlerine aynı mesafede durmasıdır. Tanımın uygulamada kazandığı anlam, devletin bir inanç sisteminin gereklerini tüm toplumun uyması gereken kurallar haline getirmemesidir. Bu açıdan yaklaşıldığında devletimizin muhtelif inanç sistemlerine aynı mesafede olduğunu söylemek kolay değildir. Örneğin, devlet okullarında tüm çocuklara din dersi verilmesi söz konusudur. Bazı aileler çocuklarının bu dersi almasını istemeseler bile, çocuklarının sosyal bakımdan dışlanmasını engellemek için durumu sessizce kabullenmeyi yeğ tutmaktadırlar. Başbakanımızın benimsediği tanıma sadık kalacak olursak, bu işin laik bir devlet tarafından yapılmaması gerekir, fakat kendisinin devletin dini olmamasını bu noktaya kadar götüreceğini hiç zannetmiyorum çünkü devletin dini olmaması anlayışının tamamlayıcısı olan bir başka anlayışa daha ihtiyaç var ki, ülkemizde iktidari da muhalifi de o anlayıştan bir hayli uzak.
Sadece başbakanımızın değil, çoğumuzun kabulde zorlandığı anlayış, laik düzende dinin aslında bireye ait bir iş olduğudur. Devlet, sadece bireyin kendi dini inancına uygun olarak yaşamasına uygun bir özgürlük ortamını hazırlamakla yükümlüdür. Dini inanç özgürlüğünün sınırı, diğerlerinin özgürlük alanlarının ve kamu çıkarının korunmasıdır. Örnek verelim. Sözgelimi, Ramazan’da önemli sorun, oruç tutanların hayatını kolaylaştırmaktan ziyade (o zaten yapılıyor), oruç tutmak istemeyenlerin hiçbir baskı altında kalmadan bu tercihlerini uygulayabilmelerinin sağlanmasıdır. Ya da sorun hastaneye gelen bir kişiye tıp hizmeti verilmesinde hastanın veya doktorun cinsiyetinin hizmeti engellememesidir. Ya da kişilerin kendi inançlarını öne sürerek kız çocuklarını okutmaktan kaçınmalarına, böylece çocuklarını mahrumiyete itmeleri ve uzun vadede topluma yük olmalarının engellenmesidir.
Başbakanımız “birey laik olmaz” demek yerine, “kimi olur kimi olmaz” deseydi daha doğru bir söz söylemiş olurdu. Bazı insanlar dinle ilgili işlerin diğer işlerden ayrı olduğu düşüncesini benimseyebilirler. Diğerleri tüm işlerin din çerçevesinde ele alınması gerektiğine inanabilirler. Kendi tarihimizden bir örnekle açıklayalım. Osmanlı İmparatorluğu’na matbaanın gelmesi için çıkarılan fermanda, matbaada ancak dini olmayan metinlerin basılabileceği belirtilmişti. Böylece, daha önce dini olan-dini olmayan ayrımı yapmaya alışmamış, her işi din-devlet bütünselliği içinde ele almış topluma, bu ikisinin ayrılabileceği bildiriliyordu. Kimileri bu görüşü benimsediler, kimileri böyle bir ayırım yapılamayacağını ileri sürdüler. Sorayım: Bu iki görüşten biri diğerine göre size daha laik gelmiyor mu? Geliyorsa, birey laik olabiliyor demektir. Günümüzde de, oyunu iktidar partisine veren seçmenlerin bir bölümünün her işi din-siyaset birlikteliği içinde ele aldığına, diğerlerinin ayrı tutmayı istediğine eminim.
Beni düşündüren, Başbakanın her insanın bir dini olması gerektiğine, kimsenin laik olamayacağına inanması ve korkarım ki, herkesin dinin aynı yorumunu paylaştığını sanmasıdır. Bu teşhisimin doğru olmadığına, yanıldığıma inanmayı çok isterim. Ancak başbakan ve hükümetin davranışları cesaretlendirici değil. İçkili lokantaları kentin dışına çıkarmak gayretleri, belediye panolarında mayolu kadın resmi koydurtmamak işgüzarlıkları, apronda deve kestirme marifetleri, belediyelerin evlilere abuk nasihatları karşısında sessizliği tercih eden, İmam Hatip liselerini alternatif klasik lise yapmaya çalışan, kamu görevlerine sadece “dini bütün” zevatı atamaya uğraşan ve daha nice benzerlerini yapan, bütün bunları tabii bulan bir anlayışla yönetiliyoruz. Bunlar dinin bireysel bir inanç olarak algılandığının kanıtları olmasa gerek.