A.İlter TURAN SİYASET PENCERESİ Parlamento tartışmaya fırsat bırakmadan alkolle ilgili yasaklar getiren bir yasa çıkardı. Toplumdan protestolar yükselince, yapılanın kamu sağlığını korumaya dönük olduğu, hayat tarzına karışmanın amaçlanmadığı, tedbirlerin çoğunun Batı ülkelerinde uygulanmakta olduğu açıklamaları yapıldı. Bunlara inanmamız istenirken, Başbakanımız imdada yetişti, düpedüz dini inançtan kaynaklanan bir ideolojik dayatma ile karşı karşıya olduğumuzu dile getirerek itirazların haklı olduğunu doğruladı. Kendisine teşekkür borçluyuz. Demokratik muhafazakarlık değil, tamamen din kaynaklı bir otoriterlik ile karşı karşıya olduğumuz konusundaki tereddüt artık giderilmiş bulunuyor. |
Demokrasilerde esas bireyin özgürlük ve tercih alanını mümkün olduğu kadar geniş tutmaktır. Sosyal muhafazakarlık eğilimlerini temsil eden iktidarlar, bu çerçeve içinde toplumda alkol kullanımının azalmasını isteyebilirler. Ancak, bunu bireyin hayat alanını daraltarak değil, bireyleri alkole karşı bilinçlendirerek, onları alkol kullanmanın istenmeyen bir şey olduğuna inandırarak gerçekleştirmeye gayret ederler. Pekiyi, bireyin tercih alanını daraltmak hiçbir zaman söz konusu olmaz mı? Tabii ki olur ama bunun somut, başka türlü giderilmesi mümkün olmayan bir ihtiyaca cevaben yapılması gerekir. Bizim yasaklarımızın hangi ihtiyaca cevaben getirildiğine ilişkin yapılmış araştırmalar, toplanmış veriler yoktur. Eldeki istatistikler Türkiye’de alkol tüketiminin dünya ölçülerine göre çok düşük olduğunu, yaygın bir alkolizm problemi olmadığını göstermektedir. Başbakanımız ayyaş bir gençliğin yetişmesini arzulamadıklarını beyan ediyor. Ancak, rakamlar böyle bir gençliğin yetişmesinin söz konusu olduğunu kanıtlamıyor. Bu durumda, yeni düzenlemelerin ihtiyaçlarla ilgisi olmayan ideolojik dayatmalar olduğu kanısı güçleniyor.
Alkol ve benzeri ideolojik kaynaklı yasaklamalar hem içki kaçakçılığından nemalanan Mafia gibi kanun dışı yapılaşmaları teşvik ediyor hem de sahtekar, iki yüzlü toplumlar yaratıyor. Örneğin, hükümetimizin dostluğuna pek önem verdiği Suudi Arabistan ve İran gibi toplumlarda kapalı kapılar ardında her türlü içki, hatta uyuşturucu aleminin yapıldığı anlatılır durur. Bu toplumlarda ahlaki (dini diye de okuyabilirsiniz!) olduğu ileri sürülen kurallara insanları inandırmak ve böylece kişilerin davranışlarını içsel yoldan denetlemek öncelik taşımaz. Yasaklar konulur, dışsal bir güç olarak da kamu otoritesi, genelde cemaatin de göstermelik desteğini alarak bunları uygulamaya yönelir. Sorumluluk bireye bırakılmayıp topluma yüklenince, kişinin derdi zaten benimsemediği, inanmadığı kurallara uymaktan uzaklaşır, ihlal ederken yakalanmamağa dönüşür. Yakalanmamanın sırrı ise gizlilik ve rüşvettir. Tabii arada sırada tesadüfen ya da kasıtlı olarak yakalananlar olur. Böyle durumlarda yakalananlar komploya kurban gittiklerini açıklarken, aynı işi yapan diğer kişiler olanca ikiyüzlülükle, yakalananları ayıpladıklarını, herkesin ahlaki davranması gerektiğini söylerler.
İktidarımız, toplumu muhafazakar değerlerle donatmak için elinden geleni yapıyor. Ayrıca ideolojik otoriterlik gütmesine gerek yok. Ben ikiyüzlü, yasakçı değil, ahlaklı ve özgür bir toplumda yaşamak istemiyorum. Taksim’de polisin tutumunun da kanıtladığı gibi giderek ceberrutlaşan ideolojik otoriterlikten endişeleniyorum. Ya siz?