A.İlter TURAN
SİYASET PENCERESİ
Son günlerde bazı demeçler, Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz kritik bir noktaya mı geldi sorusunu akla getiriyor. Önce AB nezdindeki büyükelçimiz bir süre önce yaptığı konuşmada ilişkinin böyle devam edemeyeceğini vurgulayarak, bir serbest ticaret anlaşmasına geçilebileceğini dillendirdi. AB İşlerinden sorumlu bakanımız da geçen hafta “Nasıl olsa bizi almayacaklar” türünden bir cümle kurdu. Böyle bir söz bazı ülkelerde ciddi bir yol ayrımına gelindiğine işaret eder, üyelik müzakerelerinin sonra ermesi filan beklenir. Bizim siyasi liderlerimiz serbest konuşmaya biraz fazla meyyal olduklarından, sözlerini ciddi adımlar izlemeyebilir. Bununla birlikte, AB ilişkilerimizin durağanlaştığını algılamak için büyüklerimizin demeçlerini okumaya ihtiyaç yok. Teorik olarak bir üyelik müzakere sürecinin var olduğunu, ama bunda mesafe alınmasını sağlayacak işlemlerin yürümediğini hepimiz biliyoruz.
Şöyle düşünülebilir:” Almanya, Avusturya, Hollanda ve diğer bazı ülkeler bizi zaten üye olarak görmek istemiyor, tutumlarını değiştirecek gibi de görünmüyorlar. Kıbrıs, adanın tümünü Rum Yönetimine teslim etmedikçe Türkiye’nin üyeliğini engelleyecektir; hatta istediklerini elde etse dahi, yine de Türkiye gibi bir güçlü bir üyenin Birliğe katılmasına karşı çıkabilir. O zaman biz zaten olmayacak işe niye Amin demekteyiz. Vakit kaybetmeyelim, geleceğimizi başka yerlerde arayalım.” Bu sade düşünce tarzına birçok bakımdan itiraz edilebilir. Önce basit bir soru sorayım: Acaba geleceğimizi aramaya yöneleceğimiz başka yerler nereleridir? Eminim bu sorulara Türk dünyası, İslam dünyası gibi cevap verenler çıkacaktır. Böyle düşünenleri üzmek istemem ama ortak değerleri paylaşan, siyaseten birlikte hareket etme kabiliyetine sahip, önemli güç unsurlarını bünyesinde barındıran, insan haklarına saygılı ve demokrasiyle yönetilen Türk ve İslam dünyaları bulunmamaktadır. Böyle tercihler varmış hayali bazılarına tatlı gelse bile gerçeklerle bağdaşmamaktadır.
Gelin beraber hatırlayalım. AB üyelik çalışmaları bize zaten ilerlemeyi arzuladığımız yönde yol gösterici oluyordu. Hatta “Bizi almayacaklar” diyen bakanımız bile daha önceki tarihlerde, “Bizden yapmamız istenen şeyler, zaten bizim kendimiz için yapmamız gereken şeylerdir, üye olsak da olmasak da bunları yapacağız,” mealinde beyanlarla AB’nin Türkiye için bir demokrasi, insan hakları ve piyasa ekonomisi çıpası olduğunu teyit emişti. Giderek bu perspektiften uzaklaşmanın Türk demokrasisi için pek hayra alamet olmayan gelişmeleri birlikte getirdiğini söylersek acaba çok mu yanılmış oluruz?
Bir nokta daha akla geliyor. Türkiye konusunda Batı Avrupa ilk defa bir kafa karışıklığı yaşanmıyor. Buna karşılık, 1815’te kurulan Avrupa Ahengi’nden tutun, NATO ve Avrupa Konseyi’ne kadar birçok örgütte ülkemiz yer almıştır, almaktadır. Mevcut koşullara bakıp, uzun vadeli sonuçları olacak işlemlerden kaçınmak daha uygun olur diye düşünülebilir. Şu anda ipleri kopartmamız için ciddi bir neden bulunmuyor. Söylenenlerin iç tüketim için söylenmediğini ümit ederim. Maalesef telafisi zor dış etkileri de oluyor.