BİREYLERİN İNANCINA SAYGIMIZ YOK!
Geçtiğimiz hafta içinde gündemimize giren iki ayrı konu, anayasamızda ifade edilmesine rağmen uygulamada ne kadar vicdan özgürlüğüne sahip olduğumuz sorusu üzerinde derin derin düşünmemiz gerektiğini bize tekrar hatırlattı. İlk olayda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, inançları dolayısıyla askerlik hizmeti yapmayı reddeden bir vatandaşımıza devletimizin tazminat ödemesini kararlaştırdı. İkinci olayda ise, İstanbul’un bir semt camiinde bir kısım vatandaşımızın kadınlı, erkekli saf tutarak namaz kıldıkları, ve hanımların bazılarının da namaz sırasında başlarını örtmedikleri belirlendi. Her iki konuda da bir kıyamettir gidiyor. Hele ikincisi tam bir magazin olaya dönüştürüldü. Seviyesi bir hayli mütevazi değerlendirmeler yapılıyor. Halbuki karşımızda vicdan özgürlüğü ile ilgili önemli iki sorun ve dolayısıyla iki fırsat var.
Vicdani red inancına sahip bir vatandaşımızın herkes gibi olağan askerlik yapması gerektiği konusunda ısrar edilmesi, direnmesi karşısında da zorlanması, kişiye bu hakkı tanıyan Avrupa hukuk pratiğine aykırı düşüyor. Belli ki, bizim uyum sağlamamız için yasal bir değişiklik yapmamız gerekiyor. Gelgelelim, yetkililer konuya öyle yaklaşmıyorlar. AİHM kararı karşısında Milli Savunma Bakanımızın “Bu konuda özgürlükleri genişletmemiz gerekiyor” türünden bir demeç vermesi uygun düşerken, biraz da hükmün kötü muameleye dayandırılmasından yola çıkarak, “karar bireyseldir” demesi, olayı önemsemediğinin bir göstergesidir. Ne hikmetse, devletimiz vatandaşına güvenmediği için vicdani red gibi bir konuyu hukukumuza sokmaya korkuyor. Galiba eğer bu kapı açılırsa herkesin askerden kaçmaya çalışacağından endişe ediliyor. Bu korkunun yersiz olduğundan eminim. Ancak, konunun açıklığa kavuşması için bir hususun daha vurgulanması lazım. İnsanlar askerlik yapmak istemeyebilirler. Bunun vicdani red ile bir ilgisi yoktur. Vicdani red, kişinin inançlarının askerlik yapmaya müsait olmaması ile ilgilidir. Bu inançta olan insanların samimiyetinin belirlenmesi, kendilerine alternatif hizmet olanakları sunulması pek zor olmasa gerektir. Bunu başaran başka toplumların deneyimine kısaca göz atmak dahi yeterli olabilir.
Bir camide erkek ve kadının birlikte saf tutarak Cuma namazını eda etmesinin ele alınması ise tam bir fikri perişanlık festivali. Bir kısım basın acaba bir tarikat mı var diye sorarken, diğerleri başı açık hanımların kimlerden olduğunu araştırdı. Tabii bu arada muhtelif zevattan görüş alınması da ihmal edilmedi. Din alimlerimiz arasında yapılan işin doğru olduğunu savunan çıkmadı. Bir hanım avukat, bu tür davranışlarda bulunanların cami ve dua düzenini bozdukları gerekçesiyle ceza kanunun fişmekan maddesine göre yargılanabileceğini dahi işar buyurdu. Kimse konunun bireysel inanç özgürlüğü ile ilgili olduğuna dair bir açıklama yapmadı. Sorun aslında çok açık ve basit: İnsanların bir inancın hangi kurallarına göre ibadet edeceklerini kendilerinden başka herhangi bir kimsenin belirlemeye hakkı var mıdır? Devletin görevi herkesin kendi inancına göre dini vazifelerini güven altında yerine getirmesini mi sağlamaktır, yoksa doğru inancın ne olduğu konusunda topluma telkinde bulunarak, bunu benimsemeyenleri baskı altına mı almaktır? Hiç böyle soru da olurmuymuş, tabii ki vicdan ve inanç hürriyetine saygılı olmamız lazımdır, bunlar yasaların güvencesi altındadır diye beni protesto etmeyin. Okumaya devam edin.
Sizin de dikkatinizi çektiğini tahmin ederim. Nüfus kağıdınızda dini inancınız da yazılı. Böylece siz istemesiniz de dini inancınızı her hüviyet ibrazında açıklamak zorunda kalıyorsunuz. Bildiğiniz gibi, bu inanç hanesi siz doğduğunuzda size sorulmadan doldurulur. Değiştirmek isterseniz ne olur biliyor musunuz? Mahkeme kararı gerekir. Benim inancım mahkemeyi neden ilgilendirsin diyebilirsiniz, ben de size hak veririm ama yasalarımız öyle demiyor. Bir başka soru sorayım: siz ve birkaç arkadaşınız ateşe inandığınıza karar verseniz ve bir ateş tapınağı yapmak isteseniz, bunun mümkün olduğunu düşünüyor musunuz? Eğer soruyu evet diye cevaplacayacak olursanız yanılıyorsunuz. Hatta gelin istersiniz işi daha da somutlaştıralım ve biz kadın ve erkeklerin birarada namaz kılacağı bir cami inşa etmek istiyoruz, namazı bir bayan kıldıracak, bize bir kadın imam tahsis edin deyin bakalım ne olacak? İsterseniz imam filan istemeyiz, biz kendi camimizi yapar ve imamımızı tutarız deyin, bakalım izin verirler mi? Bizim Diyanet İşleri daha cemevlerinin dini ibadet yapılan yerler olmadığını, kültür merkezleri olduğunu savunuyor, sizin talebinize ne yanıt vermesini beklersiniz? Başka türlü de yapması zaten mümkün değildir, çünkü belirli bir mezhebin belirli bir yorumunu savunan ve egemen kılmaya çalışan bir bürokratik örgütten ibaret. Kurumsal çıkarları var. Dolayısıyla, “kadın erkek birlikte saf tutsunlar” dediniz diye sizi bölücülük yapmaktan karakola götürüp, sonra da mahkemeye sevkederek mahkum etmek isterlerse, mahkemeye “bunlar sapıktır” diye belge bile sunabilir.