A.İlter TURAN
SİYASET PENCERESİ
Birçok ülkede seçim oluyor, haberimiz olmuyor. Amerikan seçimleri biraz farklı. Bütün dünya seçimlere ilgi gösteriyor. Liderlerin konuşmalarını, kamuoyu yoklamalarını günü gününe izliyor. Seçim gecesi ekranlara kilitleniyor, sabahlara kadar uykusuz kalmaya razı olup sonuçların açıklanmasını bekliyor. Buna şaşmamalı. Geçmişe göre gücünün azaldığı düşünülse de, Birleşik Devletler yine de dünya ekonomisi ve siyasetini en fazla belirleyen ülke konumunda. Örneğin, şu anda Batı dünyasında hüküm süren iktisadi bunalımı Amerikan ekonomisindeki gelişmelerin tetiklediği sık sık ileri sürülüyor. Ya da, Amerika’nın güvenlik alanındaki dikkatini daha çok Asya’ya kaydırmayı tasarlamasının, Orta Doğu’da güvenliğin sağlanmasında sorunlar yaratacağından endişe ediliyor. Kısacası, bir ülke dünyayı bu kadar etkileyince, dünyanın ilgisi de o ülkedeki başkan seçimlerine odaklanıyor. Amerika’da başkanlık seçimlerini adaylarından biri veya diğerinin kazanmasının gerek dünya gerek ülkemiz açısından ne gibi sonuçlar getireceği haftalardır basınımız, radyolarımız ve televizyonlarımızda tartışılıyor. Bunları yeniden tartışarak vaktinizi almak istemiyorum. Amerikan seçimlerinin izlenmesinin doğurabileceği iki sonuçtan söz edeceğim. Amerikan siyasi geleneğinde, gayri resmi de olsa, seçim sonuçları belli olunca, kaybeden aday mağlubiyeti kabullenme diye nitelendirebileceğimiz jestini yapıyor. Basit bir uygulama. Kaybeden aday kazananı arayıp tebrik ediyor, sonra kendi ekibine ve yandaşlarına teşekkür ediyor, ardından da herkese yeni başkanı desteklemelerini ve Amerika için çalışmalarını öğütlüyor. Tabii, kazanan aday da bu jeste mukabele ediyor. Böylece seçimin insanları ayrıştıran ve karşı karşıya getiren ortamının yumuşaması, ortak kaderi paylaşma bilincinin canlandırılması amaçlanıyor. Seçim kampanyası sırasında da adaylar bazen sert üslup kullanmış olsalar dahi, birbirine hakaretamiz cümlelerle hitap etmiyorlar, en ağır eleştirileri dahi terbiye sınırlarını gözeterek ifade ediyorlar, becerebilirlerse de sözlerini mizahla süslüyorlar. Acaba diyorum, Amerikan seçim kampanyası gerek halkımıza, gerek siyasilerimize siyasi mücadelenin kabalığa başvurmadan, karşınızdakinin düşman değil rakip olduğunu unutmadan yapılabileceğini gösterdi mi? Dilerim ki öyle olsun. Gelelim seçimlerin ikinci sonucuna. Yapılan değerlendirmelerde, Obama’yı siyasi zorlukların beklediği, Temsilciler Meclisi’nde Cumhuriyetçilerin çoğunlukta olduğu, Senato’da süregelen Demokrat çoğunluğun da her zaman fire vermeden başkanı desteklemesinin beklenmemesi gerektiği, dolayısıyla başkanın çıkarmayı öngördüğü birçok yasanın çıkamayacağı veya öngörülenden çok farklı çıkmasının gerekebileceği dile getirildi. Hatta Başkanı bekleyen zorluklar arasında, Federal Hükümet bütçesinin zamanında çıkarılamaması dahi bulunuyor. Biliyorsunuz, şu sıralarda iktidar partimiz başkanlık sisteminin meziyetlerini savunarak böyle bir sistemin ülkemizde de yürürlüğe girmesini öngören çabalara içinde. Başkanlık sistemi tartışılırken genellikle Amerikan sistemine atıfta bulunulur çünkü bunun dışındaki sistemlerde sık sık demokrasiden uzaklaşma, otoriterleşme sıkıntıları yaşanmıştır. Belki bu vesileyle seçmenlerimiz, başkanlık sisteminin iktidar partisinin anlattığı kadar parlak bir sistem olmadığını görüp, sorgulayacaklardır. Amerikan seçimleri bitti. Acaba süreci izlerken faydalanacağımız dersler çıkardık mı? Sözümüzü “İnşallah” diye bitirelim.