GELİN BİRLİKTE KANUN YAPALIM!
İlterTURAN
siyaset penceresi
Bildiğiniz gibi, kanun kelimesi diğer birçok dilde olduğu gibi, dilimizde de iki ayrı anlamda kullanılıyor. Birincisi insanların yaptığı ve uyulması istenilen kurallar. İkincisi ise doğada, toplumda istisnası yok denecek kadar az olan düzenlilikler. Pek sık olmasa da, bu iki anlamın birbirine karıştırıldığı oluyor. Örneğin, bir dostum anlatmıştı, rütbesi yüksek olmayan bir kişi, ülkemizin iktisadi sorunlarına kendine göre çare üretirken, düşüncesini özetlemiş: “Efendim, Batı ülkelerinde arz-talep kanunu diye birşey vardır. Biz de çıkaralım şu kanunu, iktisadiyatımızı bir düzene koyalım!” Daha sık rastlanan bir durum ise, kişinin doğada ya da toplumda gözlediği bir takım düzenliliklerin kanun düzeyinde olduğunu ileri sürmesi. Bu sav bilimsel usüllere göre yürütülen gözlemler sonucu ortaya atılmış olabilir. Nitekim, yer çekimi kanunu ya da azalan randımanlar kanunu, arz-talep kanunu derken, bu türün örneklerinden söz ediyoruz. Fakat bir de, toplum hayatındaki bir takım temayüllerin sonuçlarını hicvetmek için zeki ve muzip kişilerin ortaya attıkları kanunlar var.
Size bir kısmını bildiğinizden emin olduğum bazı örneklerden bahsedeyim. Liyakat sisteminin işleyişini irdeleyen Peter soyisimli zat, kişinin görevini başarıyla ifa etmesine bağlı olarak terfi etmesi durumunda, yapamayacağı işin başına getirilinceye kadar terfi edeceğini öngörür. Peter Kanunu, herkes başaramayacağı bir işin başına getirilinceye kadar terfi eder diye özetlenebilir. Fakat, bu tür kanunların üstadı C. Northcote Parkinson’dur. İngiliz mizah zevkinin inceliklerini özümsemiş olan Profesör Parkinson çok sayıda “kanun” önerniştir. İlk kanunlarından biri “İş boş zamanı doldurmak üzere genişler,” diyordu. Bürokrasinin yeterince işi olmadığı zaman kendine iş icat etme, sonra da işlerin çokluğundan şikayet edip yeniden genişleme, genişleyip tekrar zaman bolluğuna kavuşunca, bu sefer yeniden bir takım işler uydurma temayülünü eleştiri olarak önerilmişti. Parkinson’un İngiliz Donanma Bakanlığı’nı inceleyince ilgin bir olguyla karşılaşmıştı. Donanmanın elindeki gemi sayısı düştükçe, Donanma Bakanlığı’nda çalışanların sayısı artıyordu. Parkinson’un bütçe komisyonları ile ilgili kanunu ise tartışılan meblağ ne kadar az ise, bir karara varılması işçin harcanan zamanın o kadar fazla olduğunu ileri sürer. Başka bir ifade ile, parasal miktarlarla ve harcanan zaman ters orantılıdır.
Başkalarının geliştirdiği kanunlar insana ilham veriyor. Sürekli kadro sıkışıklıklarının yaşandığı, ciddi bir eleme sisteminin de işlemediği 1960-70’li yılların üniversite sistemimizde yetişirken, asistan olmanın akademik kariyere girmenin en zor aşaması olduğunu gözlemiştim. Sisteme giren kişiler yeterince sabırlı davranırlarsa zamanla yükseliyorlardı. Kimseye “senin bu işi yapabileceğini düşünmüştük ama galiba olmayacak” denmiyor, kişiler beklemeye terkediliyordu. Sonunda muratlarına da eriyorlardı. Ben de hemen bir Turan Kanunu geliştirmiştim: “Asistan olan profesör olur!” Bütün mesele bir asistan kadrosuna atanmayı becermekten ibaretti. Kanunu destekleyecek çok sayıda örnek önümde duruyordu. Yakından tanıdığım bir tıp doktoru doçentlik sınavını da başarmış ama kadro yokluğundan dolayı akademik ömrünün büyük bir bölümünü başasistan (uzmanlığını tamamlamış asistan) olarak geçirmişti. Birgün yeni kadrolar geldi. Dostum yirmi küsür yıl bekledikten sonra, kısa bir süre içinde asistanlıktan profesörlüğe yükseldi. Doktora ve doçentlik sınavlarında başarı sağlamakta güçlük çeken çok kişinin de uzun bekleyişlerden sonra terfi ettiğini gördüm. Bütün mesele bir asistan kadrosuna atanmak, böylece sistemden içeri adımını atmaktı.
İnsan kanun önermeye alışmayagörsün, hemen yenilerini ortaya atmaya başlıyor. Siyasi hayatımıza bir nazar atfedin, hemen kanunluk malzeme bulabilirsiniz. İşte size bir kanun: “Siyasette paylaşılacak kaynak ne kadar az ise, paylaşım kavgası o kadar büyük olur!” Bunu nereden uydurduğumu sormayın, lütfen Doğru Yol ve Anavatan partilerinin birleşme ve sonradan birleşmekten vazgeçme sürecine bir bakın. Bu partilerimizin yüzde on barajını aşmaları muhtemel gözükmüyordu. Birleşmeleri sayesinde biribirine benzedikleri söylenen iki partinin aldıkları oylar biraraya gelecek, ayrıca birleşmenin yarattığı olumlu havanın etkisi ile daha önce bu partilere oy vermeyi düşünmeyen bir kısım seçmen de yeni partiye oy verecek, böylece birleşmiş partilerin barajı aşma sorunu kalmayacaktı. Fakat iş daha başlarken dramatik şekilde bitti. Şimdi ANAP seçimlere katılmıyor. Yeni adıyla Demokrat Parti katılıyor ama birleşme girişiminin aşındırdığı inandırıcılık partinin parlamentoda temsil edilme şansını bir hayli zayıflatmış gözüküyor. Barajı aşması zaten beklenen, birlikte hareket etmekten korkmayan partilerde hiç kavga çıktı mı? Hayır, şimdi daha iyi sonuçlar bekliyorlar.