SAKİN OLALIM

SAKİN OLALIM

 

 

 İlter TURAN                                                                                    

                                     siyaset penceresi 

 

         Yakın zamana kadar gündemimizi Avrupa Birliği ile ilişkiler doldurmaktaydı. 17 Aralık sonrasında konunun gündemimizdeki öncelikli yeri kaybolmaya yüz tuttu. Gerçi başmüzakereci kim olacak ya da, özellikle Kıbrıs bağlamında, Türkiye’nin daha önce AB ile imzaladığı anlaşmaların yeni üyelere teşmili gibi konular arada sırada gündeme giriyor ama şimdiki önceliğimiz Irak ve buna bağlı olarak Amerika ile ilişkilerimiz. Yeni konularının neler olduğu ve neden şu anda gündemimize girdiği açıklanamayacak birşey değil. Irak’ta uzun süredir hazırlıkları yapılan seçimler bir hafta önce gerçekleştirildi. Seçim öncesinde yerli olmayan çok sayıda Kürt unsur Kerkük’e taşındı. Şimdi de kentte Kürtlerin mutlak çoğunluğu oluşturduğunun kanıtlanmasına çalışılıyor. Böylece kurulacak federal sistemde Kürdistan içinde yer alması denenecek. Keza, Irak’ın Kuzeyinde yuvalanan PKK unsurlarına karşı Amerika, vaadde bulunmuş olmasına rağmen, herhangi bir harekette bulunmuş değil. Yakın gelecekte de herhangi bir eyleme girmeyeceğini kendisi ifade ediyor. PKK’nın Irak seçimlerine katılmasına ses çıkarmadı. Bu tutum PKK teröründen çok çekmiş olan ülkemizde sıkıntı yaratıyor.

 

         Türkiye’nin Irak’ta neler istediği bellidir. Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması; Irak’ın yeraltı zenginliklerinin bütün Iraklılar’a ait olmasının sağlanması; PKK’nın Irak’ta yuvalanması ve buradan Türkiye’ye karşı eylemler gerçekleştirmesine izin verilmemesi, kısaca PKK’nın etkisizleştirilmesi; Kerkük’ün etnik yapısı gözönünde bulundurularak Kürdistan’ın bir parçası olmasına müsaade edilmemesi; ve Irak’taki Türkmen nüfusun haklarının gözetilmesi. Türkiye isteklerinin hepsinde haklıdır. Bunun nedeni çok karmaşık olmasa gerek. Eğer Irak’ı oluşturan unsurlar ve paylaşılacak kaynaklar arasında herkesce kabul edilebilir bir denge kurulamaz ise, Irak’ta parçalanmaya da gidebilecek bir iç mücadele engellenemez. Bir unsurun, diğerlerinin fakirleşmesi pahasına Irak’ın yeraltı zenginliğinin önemli bir bölümüne el koyması, bölgede uzun sürecek, başkalarının da katılması muhtemel büyük kavgalara yol açabilir. Böyle bir gelişme, ekonomisini yeni toparlanan, siyasi istikrarın nimetlerinden

ancak yararlanmaya başlayan, AB ile ilişkilerine öncelik vermek isteyen Türkiye’nin arzulayacağı bir olgu değildir. Önlemek için sesini yükseltmesinde şaşılacak birşey yoktur. Keza, PKK sürekli Türkiye’ye sızmak ve eylem yapmak peşindedir. Bunun da kabul edilecek tarafı bulunmamaktadır.


 

Türkiye’nin endişelerini dile getirmesi tabiidir. Irak’taki yeni rejimin şekillenmesi süreci henüz başlamaktadır. Bu süreçte, yeni seçilen parlamentonun da bir rolü olacaktır. Ancak, karışık bir seçimle göreve gelen kadroların sonucu tek başına belirlemeyeceği aşikardır. Amerikan yönetimi en son sözü söyleyeceği gibi, her adımda da belirleyici rol oynayacaktır. Çıkar birlikteliğimiz Irak’la sınırlı kalmayan Amerika’nın Türkiye’nin hassasiyetlerini iyi bilmesinde yarar vardır. Bu hassasiyetlerin iyi bilinmesi, Amerika’nın Irak’taki aktörleri nelerin mümkün olup olmadığı konusunda ikna etmesi açısından da gereklidir. Seçimlerin başarılı olması için, ABD’nin Irak’ta kendisi ile birlikte çalışmayı kabul edenlere anlayışlı davranması, onların seçime katılmalarını teşvik etmesi söz konusu olmuştur. Geleceğin Irak’ını şekillendirirken umarım ki Amerikan yetkililerine daha uzun vadeli bir bakış açısı yön verecektir.

 

Türkiye’nin düşünce ve taleplerini dile getirmesi zorunlu da, bu yapılırken kullanılan üslup beni rahatsız ediyor. Başbakanımız hergün daha sertleştiği izlenimi veren bir söylemle, Birleşik Devletler’e çatmakta, tehditkar ifadeler kullanmaktadır. Bunun muhtelif gerekçeleri olabilir. Örneğin, muhalefetimizin ucuz kahramanlık gösterilerinin altında kalmama saikinin etkili olabileceği akla gelmektedir.  Başbakanımzın sıkıntılı durumlarda dış siyaset için pek elverişli olduğu söylenemeyecek eski hitabet alışkanlıklarına yönelmesi de ihtimal dahilindedir. En kötü olasılık ise, kendisinin de hamaset-ucuz kahramanlık cephesine katılmış olmasıdır. Dilerim ki, bu son olasılık tamamen geçersiz olsun. Çok konuşan, tehditler savuran fakat en son tahlilde fazla birşey yapamayan ve dolayısıyla inandırıcılığı düşük bir ülke görünümü çizmek Türkiye’nin içine düşmemesi gereken bir durumdur. Soğukkanlı analizler ve değerlendirmeler esastır. Örneğin, bölgedeki kendi çıkarları açısından Amerika’nın Irak’ın bölünmesini kabul etmeyeceğini; keza Kerkük petrollerini tek bir grubun istifadesine terketmesinin yaratacağı kargaşadan sakınmak isteyeceğini kestirmek için derin uzmanlığa gerek yoktur. Kürtlerin şu anda kendi kazançlarını azami kılmaya çalıştıklarını, fakat uzun dönemde Amerikan isteklerine karşı sınırsız bir direnme olanağına sahip olmadıklarını, Türkiye ile de iyi geçinmelerinin kendilerinin lehine olacağını bildiklerini önermek de sanıyorum pek yanıltıcı olmaz. Dolayısıyla sert üslupla, sonradan geriye almak zorunda kalacağımız şeyler söylemeyelim, yapmayalım. Komşularla ve müttefiklerle köprüleri atmayalım. İnandırıcılığımızı koruyalım. Dış politikada duygulara yer yoktur. Ve evet daha da önemlisi: Sakin olalım!

Sitemizde yayınlanan makale, yazı, döküman, dosyalar ve resimler izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Copyright © 2014 Ruyiad Tüm Hakları Saklıdır.
Sitemap