KARADENİZ EKONOMİK İŞBİRLİĞİ TOPLANTISININ ARDINDAN
İlterTURAN
siyaset penceresi
Karadeniz Ekonomik İşbirliği’nin onbeşinci yılını kutlama toplantısı geldi ve geçti. Bu tür kutlamalar genelde bir milletler topluluğunun geleceğe dönük hamleler yapması için fırsatlar sunar. Toplantıya birçok ülkenin devlet ve hükümet başkanları düzeyinde katılması ben de “acaba bir hamle hazırlığı mı var” düşüncesini doğurmuştu ama toplantı sonrasında akılda neler kaldı denildiği zaman, özellikle Türkiye açısıdan, hafızalareda parlak yer edinen bir olayı hatırlamak kolay olmayacak.
Romanya ve Bulgaristan’ın üye olmasına bağlı olarak Avrupa Birliği bu yıl aynı zamanda bir Karadeniz topluluğu oldu. Fakat AB’nin bölgeye ilgisi, iki kıyıdaş ülkenin üye olmasından değil, dünya enerji düzeninde Karadeniz Havzası’nın kazandığı önemden kaynaklanıyor. Son yıllarda dünyanın enerji ihtiyacı beklenenin üzerinde bir hızla artmağa başladı. Yeni sanayileşen ülkeler geçmişte tükettiklerine kıyasla artık çok daha fazla enerji talep ediyorlar. Avrupa da kendi enerji kaynakları azaldıkça, dış kaynaklara daha fazla muhtaç oluyor. Artan ihtiyacın karşılanacağı başlıca yeni kaynaklar arasında Rusya, Kafkaslar ve Orta Asya da bulunuyor. Özellikle doğalgaz ihtiyacının karşılanması önem arzediyor. Petrolün taşıması gaza nazaran nisbeten kolay, dünyanın başka yerlerinden de temini sıkıntı yaratmayabilir. Doğalgaz daha sorunlu bir meta. Daha az yerde bulunuyor. En pratik ve iktisadi taşıma yolu ise boru hatları ile. Doğal gazı likid hale getirmek, sonra tekrar gaza dönüştürmek hem pahalı hem de tehlikeli.
Rusya’nın kendisi büyük bir petrol ve doğalgaz üreticisi, fakat eski Sovyet cumhuriyetlerinde üretilen gaz ve petrolün de kendi aracılığı ile dünya piyasalarına ulaşmasını, bir tür Avrasya petrol tekeli kurmayı arzuluyor. Azerbaycan Rusya’ya karşı direnebildiyse de, Türkmenistan ve Kazakistan Rusya’nın çizdiği sınırları aşmakta hem isteksizler hem de çekingen. Özellikle Kazakistan’ın kendi stratejik ve demografik zaafları dolayısıyla Rusya’ya doğrudan karşı çıkmayan ince bir politika izlemesi anlayışla karşılanabilir. Türkmenistan’ı çözmek daha zor ama sanıyorum kültür olarak Ruslara yakın ve otoriter dar bir seçkin kadronun yönetimi devam ettirme arzusu zaten aynı maya ile yoğrulmuş Rus yönetimi ile ilişkileri kolaylaştırıyor. Halbuki, Hazar üzerinden dünya piyasalarına açılmak refahlarını da katlayacak bir yol.
Avrupa Birliği her zamanki kararsız ve birarada hareket etme kabiliyetinden yoksun yaklaşımını enerji konusunda da sergiliyor. Aslında, AB’nin yeni enerji politikası enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesini ve tek kaynağa aşırı bağımlılıktan kaçınılmasını öngörüyor. Sizce bu politika Rusya’nın tekel kurma çabaları karşısında nasıl bir yol izlenmesini gerektirir? Fazla düşünmeye gerek yok, alternatif ulaşım sistemlerinin geliştirilmesine gayret etmeyi, Rusya’nın tekel kurma çabalarına direnmeyi, değil mi? Ne gezer! Her üyenin kendine göre bir politikası var. Avrupa’nın güçsüzlüğünü, dağınıklığını, herkesin kendini kollama zaafını çok iyi değerlendiren Rus lideri Putin, tekelini güçlendirmenin temellerini her gün sağlamlaştırıyor. Eğer bu toplantıda verilen sözler tutulacak olursa, geriye doğru bakıldığında, KEIB’nin onbeşinci yılını kutlama toplantıları Rusya’nın Avrasya enerji tekelini kurmasının dönüm noktası olarak hatırlanabilir.
Bu gelişmeler olurken acaba Devlet-i Ali ne ile iştigal etmekteydi? Efendim, malum-u aliniz, mevcut hükümetimiz Türk Cumhuriyetleriyle ilişkilere öncelik verme temayülünde değil. Sayın Demirel’in Cumhurbaşkanlığı sırasında kendisi bu ülkelerin başkanlarıyla kişisel ilişkiler geliştirmiş, bir dostluk ve iletişim çemberi oluşturmayı başarmıştı. Böylece, dış politikamıza güç ve zenginlik katıyordu. Halefi ise içine kapanık, iç veya dış dünya ile ilişkiler kurmakta isteksiz bir yapıya sahip. Böyle olunca dış ilişkilere yapabileceği katkıdan ülkemiz mahrum kaldı. Zaten eski Sovyet aparaçiklerinin yönlendirdiği hükümetlerin Rusya ile ilişkileri de böylece yeniden sıklaşma yoluna girdi. Belki seçim sonrası hükümet Türk cumhuriyetleriyle yeniden daha yakından ilgilenmeyi arzular, cumhurbaşkanımız daha dışa dönük bir kişiliğe sahip olur da, bu bölgelere dönük dış politikamız yeniden canlanır.