SURİYE'DE DEĞİŞİM

SURİYE'DE DEĞİŞİM

 

 

 

 

İlter TURAN                                                                                 

                                  siyaset penceresi 

 

         Ülkemiz uzun süreler çevresindeki bazı ülkelerle yakından ilgilenmedi. Bunun en canlı örneklerinden biri Suriye’dir. Osmanlı İmparatorluğu’ndan koptuktan sonra, bu ülke Cemiyeti Akvam tarafından Fransız mandasına terkedildi. Hatırlanacağı üzere, mandacı ülke, manda sorumluluğunu üstlendiği ülkeyi bağımsızlığa hazırlamakla yükümlüydü. Fransa’nın bu görevi ciddiye aldığı söylenemez. Tersine, Suriye’yi sömürgeleştirmeye yönelmiştir. Bunu yaparken, ülkedeki ayrılıkları körüklemiş, bütün ülkeye şamil bir ulusçuluğun gelişip kök salmaması için değişik yöntemler uygulamıştır. İkinci Dünya Savaşı ertesinde sömürgecilik sona ererken de Fransa Suriye’yi bırakmak istememiş, ancak daha güçlü ülkelerin zorlamasıyla buna mecbur kalmıştır.

 

         Bağımsızlığını zor koşullarda kazanan Suriye için savaş sonrasındaki en önemli sorun, sömürgeci devletin süregelen nüfuzunun kırılması, bağımsızlığın güçlendirilmesi idi. Batı’dan gelen Sovyetlere karşı işbirliği yapma önerileri kuşku ile karşılanıyor, bunların Batı’nın Suriye üzerinde yeniden nüfuz tesis etmesinin araçları olduğu düşünülüyordu.  Türkiye’nin öncelikli sorunu ise Sovyet yayılmacılığına karşı korunmaktı. Bu ihtiyaç ülkemizi Sovyetleri denetlemek ve dengelemek amacıyla kurulan Batı blokuna yönlendiriyordu. Suriye’nin bağımsızlığını güçlendirmeyi ön plana alan ve Sovyetlere yakınlaşmasıyla sonuçlanan politikalarıyla, Türkiye’nin güvenlik öncelikli Batıyla bütünleşme politikaları arasında uyum sağlamak mümkün olmadı.

 

         Türkiye’nin 1964 Johnson mektubundan sonra Orta Doğu ülkeleriyle daha fazla ilgilenmesi, bir yandan blok anlayışı çerçevesinde şekillenen uluslararası politikanın, diğer yandan başta tarihten miras sorunlar ve kuşkuların etkileri  olmak üzere çeşitli nedenlerden dolayı, başarılı sonuçlar vermedi. Soğuk Savaşın sona ermesinin olumlu etkileri de sınırlı oldu. Suriye ise, yaptığı yanlış bir değerlendirme sonucu, ülkemize dönük hasmane eylemlere yöneldi. Türkiye tahammülünün sınırlarına geldiğini kesin biçimde açıklayınca, bunları terketti. Hiç umulmadık bir anda barış “patlak” verdi. O dönemdenberi, ilişkiler hızla gelişiyor. Kısa sürede Türkiye Suriye’nin dış ticaretinde başlıca ortaklarından birisi oldu. Her düzeyde ve her alanda ilişkiler hızla gelişti. Bunların daha da ileriye götürüleceğine kesin gözüyle bakabiliriz.


 

         Dünyanın değişen koşullarını algılayıp değerlendirmek ve buna göre yeni politikalar üretmek, dışa kapalı ve otoriter yönetime sahip ülkelerde, dışa açık ve demokrasiyle yönetilen ülkelere nazaran hem daha geç gerçekleşiyor hem de daha yavaş ilerliyor. Değişimi hızlandıran olgu ise kriz durumuyla karşı karşıya kalınması. Bu yavaşlığın nedenleri arasında iki tanesi öne çıkıyor. İlkin, bu ülkelere dışardan haber ve bilgi akışı zayıf. Siyaset seçkinlerinin bile dış dünya ile temasları seyrekçe. Seçkinler arasında Batı dillerine aşinalık düzeyi yeterli değil. Buna karşılık, siyasi seçkinlerin bir bölümü lisans veya lisans ötesi öğrenimlerini analitik boyutu güçsüz, ideolojik kalıpların egemen olduğu ülkelerde görmüşler. Dolayısıyla, dünyadaki oluşumları sınırlı bilgi akışı çerçevesinde ve ideolojik kalıplar içinde anlamlandırabiliyorlar. Kısacası değişimi algılamak, yorumlamak, ona göre siyasetler oluşturmak, yavaş ilerleyen bir süreç. İkinci olarak, siyasi rekabetin zayıflığı, hükümetlerin değişmesini ve muhtelif alanlarda izlenen siyasetlerin değişmesini zorlaştırıyor. Bu durum, özellikle değişimden zararlı çıkacakların lehine işliyor. Değişimi isteyecek ve destekleyecek güçlerin siyasete girmesi, yükselmesi ve etkili olabilmesi, bunların oluşturduğu siyaset değişikliği taleplerinin olumlu sonuçlanması daha uzun zamana ihtiyaç gerektiriyor.

 

         Bu verilerin ışığında, son birkaç yıldır Türkiye-Suriye ilişkilerinde görülen iyileşmenin önemi daha iyi anlaşılabilir. İlişkilerde ulaşılan kriz noktası köklü bir değişikliğe yol açmıştır. Geçen hafta içinde Şam Üniversitesi’ndeki stratejik araştırma merkezinin davetlisi olarak bir Türk heyetiyle bu ülkeye yaptığım ziyarette Türkiye ile her alanda ilişkiler geliştirmek ve işbirliği yapmak arzusu kendisini hissettiriyordu. Suriye hükümeti dış politikada dünyaya açılmayı, içte ise siyasi ve iktisadi reformlar gerçekleştirmeyi istiyor. Bu alanlarda yardım ve destek görebileceğini düşündüğü ve kendisini en yakın hissettiği ülke Türkiye. Bu da anlaşılabilir bir şey. Ortak bir geçmiş, kültürde ortak değer ve anlayışlar, tek parti sisteminin bizim daha önce yaşadığımız bir siyasi yapılanmaya pek benzemesi, devletin ekonomideki yerinin ve rolünün 1980 öncesi Türkiye’yi andırması, Suriyelileri ülkemize yakınlaştırıyor. İlgi, destek bekleniyor. İş dünyamızdan yatırım bekleniyor. Suriye’nin dış dünya ile bağlarının geliştirilmesinde  işbirliği bekleniyor. Evet, unutmayayım, bir de Suriye üniversitelerinden mezun olanların ülkemizde lisansüstü öğrenimlerine devam edebilmeleri için bu üniversitelerin verdiği diplomalara denklik tanınması bekleniyor.

 

         Ülkemizin bir dostluk ve refah çemberiyle çevrelenmesinde Suriye’nin önemli yeri bulunduğu izahı gerektirmeyecek kadar açıktır. Türkiye, dostluğunu kazandığı bu ülkeyi ihmal etmemeli, bekleyişlerine ilgiyle yaklaşmalıdır.   

Sitemizde yayınlanan makale, yazı, döküman, dosyalar ve resimler izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Copyright © 2014 Ruyiad Tüm Hakları Saklıdır.
Sitemap