SÖZ GÜMÜŞ İSE ..... !

SÖZ GÜMÜŞ İSE ..... !

 

İlter TURAN                                                                                 

                                  siyaset penceresi

 

 

Biliyorsunuz, atasözleri toplumda sürekli deneyimler sonucu doğrulanan kuralları dile getirirler. Bunlar arasında ilk bakışta benimsemekte güçlük çekip, sonradan hikmetini daha iyi anladığım sözlerden biri de “Söz gümüş ise sükut altındır,” ifadesidir. Önce neden yadırgadığımı açıklayayım. İnsanların fikirlerini açıkça ifade etmelerinin yararlı olduğunu, doğrulara tartışma yoluyla varılabileceğini düşünürüm.  İnsanlığın ilerlemesi için daima mevcudu sorgulamasının gerektiğini inanırım. Demokrasilerin vatandaşların konuşmasıyla işlerlik kazanacağına kanaatim tamdır. İnsanların onaylamadıkları gelişmeler karşısında suskunluklarını korudukları zaman, toplumların daha da istenmeyen yönlere doğru yol aldıklarını tarih bize gösteriyor. Bizim kuşakta değişik yaşta kişilerin yer aldığı bir mecliste daha genç yaşta olanların konuşması beklenmez, hoş karşılanmazdı. Konuşmayı arzulamakla birlikte terbiyenin susmayı icab ettirdiği durumlar hep aklımdadır.  Öyle ise, “söz altındır, sükut gümüştür” demek daha mı doğru olur acaba? İçimden evet demek gelmekle birlikte, galiba biraz daha ayrıntılı düşünmek gerekiyor.

 

         Belki konuşmak konusunda genel kurallar vazetmek yerine kimin, ne zaman, nerede ve nasıl konuşması yerinde olur sorusunu sormamız gerekiyor. Örneğin, bir derneğin yönetim kurulu toplantısında bütün üyelerin aynı anda konuşması, kimsenin birbirini dinlememesi, konuşmaların boşa gitmesi, herhangi bir karar alınamaması ile sonuçlanabilir.  Demek ki, bir kişi konuşurken, diğerlerinin susması ve dinlemesi lazım. Bir bakanlar kurulu toplantısından sonra, her bakanın kendine göre neler görüşüldüğünü, hangi kararlara varıldığını açıklamaya girişmesi de adetten değildir. Hükümet bir takımdır, birliktelik görünümü her bakanın her konuda konuşmaması ile sağlanır. İster resmi ister özel olsun, bir kurumda çalışanların tümünün kurumla ilgili olarak kamuoyu önünde konuşmaları istenmez. Kişilerin yeterli bilgi ile donatılmadıklarından, kurumun genel politikasını bilmeyebileceklerinden, kurum dışına çıkmaması gereken bilgileri açıklayabileceklerinden endişe edilir.  Tabii ki, kişinin kendi düşüncesini ifade etmesi kişinin vatandaşlıktan kaynaklanan vazgeçilmez demokratik haklarındandır. Ama, biraz düşünmeye başlayınca görüyorsunuz ki, kişinin konumuna bakılmaksızın her zaman, her yerde konuşmasını benimsememiz için inandırıcı bir neden bulunmamaktadır.

 

         Son günlerde susulması gereken yerde konuşmanın yüksek yönetim katlarında biraz fazla sıkça görülmeye başlanmıştır. Örneğin, hükümet Kıbrıs’ta bir açılım sağlamağa istekli olduğunu göstermek için, Rum yönetiminin kabul etmesini beklemediği bir öneride bulunmuş, Kuzey Kıbrıs’a uygulanana ambargonun yumuşatılmasına, sözgelimi Ercan Havaalanının uluslararası uçuşlara açılmasına karşılık olarak bir liman açılabileceğini ifade etmiştir. Rumların sammimiyetsizliğini sergilemek üzere yapılan ve kabul edilmesi zaten beklenmeyen bu öneriye Rum kesiminden önce Genel Kurmay Başkanımız cevap vermiş ve bu konuda kendisine danışılmadığından yakınmıştır. Başkana göre Ada’da 40000 askeri olduğundan kendisine danışılması gerekmekteydi. Liman açma işlemi bizatihi askeri bir faaliyet olmamakla birlikte, bir siyasa değişikliği tasarlandığı zaman, bunun KKTC hükümeti yetkilileri yanında Kıbrıs’ta rolü olan ilgili Türk kurumlarının sorumlularına danışılması doğaldır. Ancak, bunun yapılmaması durumunda konunun gazetecilerle değil, hükümetle konuşulması; kamuoyu önünde değil, devletin iletişim kalıpları içinde yapılması gerekir. Böyle yapılmayınca bakın neler oldu. Hükümet biz haber vermiştik dedi. Genel Kurmay öyle değil dedi. Devlet kurumları arasında hem iletişim hem eşgüdüm eksikliği yanında, bir uyumsuzluk da olduğu izlenimi ortaya çıktı. Yurtdışındaki sorun daha da sıkıntılı. Papadopoulos, Türk hükümetinin içinde uyumsuzluk var, sözünü yerine getiremeyebilir, yazılı taaahüt versin diyerek, kendisini düştüğü sıkıntılı durumdan kurtarmağa yöneldi. Ayrıca, askerin AB standartlarına uymayan siyasi konumu olduğunu dile getirdi. Kim kaybetti dersiniz?

 

         Sayın Başbakanımızın konuşmayı çok sevdiği biliniyor. Kendisini her zaman konuşmasına gerek olmayabileceğine ikna etmek herhalde kolay değildir. Ama bir iki örnekle yine de bir ikna çabasına girelim. Malumunuz, kendileri elektrik dağıtımının özelleştirilmesinin ertelendiğini bir seyahat sohbeti sırasında gazetecilere açıkladı. Diğer bakanlar, hükümetin (!) kararını gazetelerden öğrendiler. Böylece sayın başbakanımız bakanlarına karşı saygısını esirgediğini, kararları da kendi başına aldığını göstermiş oldu. Bu durumda devletle işi olan herkes bakanları aşıp başbakana ulaşmağa çalışacaktır. Başbakanımız, Kıbrıs Lokmacı kapısının yıkılması konusunda da Sayın Talat’ın acele ettiğini söyledi. Bu sözün sayın Talat’ı sıkıntıya sokmaktan başka bir faydası olduğunu söylemek mümkün gözükmüyor. Bu konuda beyanda bulunmaya sizce ihtiyaç var mıydı, emin olamıyorum.

 

         Görüyorsunuz, söz ne gümüş ne altın. Yerinde kullanılırsa altın olabilir. Yoksa, gümüş kadar bile kıymeti olmayabilir. Gel gör kü, konuşmayı sevenlere bunu anlatmak kolay değil.

Sitemizde yayınlanan makale, yazı, döküman, dosyalar ve resimler izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Copyright © 2014 Ruyiad Tüm Hakları Saklıdır.
Sitemap