YARIN ÜYE OLACAKMIŞ GİBİ,HİÇ ÜYE OLMAYACAKMIŞ GİBİ !

YARIN ÜYE OLACAKMIŞ GİBİ,HİÇ ÜYE OLMAYACAKMIŞ GİBİ !

İlter TURAN                                                                                 

                                  siyaset penceresi

 

Avrupa Birliği ile üyelik müzakerelerinin başlamasına pek de uzun bir süre kalmadığını söyleyebileceğimiz bir döneme girmiş bulunuyoruz. AB üyeleri şu sıralarda tatil havasına giriyorlar. Eylül’den önce kimsenin ciddi sorunlarla ilgilenmeye vakti olmayacaktır. Kaldı ki, başta Almanya seçimleri olmak üzere bazı ülkeler daha çok iç politika sorunlarına kilitlendiler. İç politikada dış politika sorunları da tartışma konusu yapılabilir ve hatta Türkiye sıkça çekiştirilebilir ama, ülkelerin iç politikasındaki gelişmelerin 3 Ekim tarihine kadar AB kurumlarına yansıması ve politika değişikliğine yol açması beklenmemelidir. Şimdilik müzakerelerin zamanında başlamasını beklenebilir.

 

Müzakerelerin başlayacak olması, bize ne oranda ilerleme kaydedileceği hakkında fikir vermiyor. Daha önceki üyelik müzakerelerinde, aday ülkenin üye statüsünü kazanması üzerinde AB üyeleri arasında mutabakat vardı. Türkiye üzerinde böyle bir mutabakat varılmış olduğunu söylemek mümkün değildir.  AB kurumları ve bazı üye hükümetler Türkiye’nin üyeliğine olumlu yaklaşırken, diğerleri isteksizlik sergilemekte, bir kısmı ise alenen muhalefet etmektedir. Türkiye’nin üyeliği diğer üyelere nasip olmayan bir şekilde bir kamuoyu meselesine dönüşmüş ya da dönüştürülmüştür. Türkiye’de de üyelik müzakerelerinin tamamlanıp tamamlanamayacağı, tamamlanırsa ne vadede tamamlanacağı, müzakereler sonrasında üyeliğinin tescili için gereken işlemlerin tüm üye ülkeler tarafından yerine getirilip getirilmeyeceği konusunda ciddi tereddütler vardır. Bunlar salt AB üyeliğine isteksizce yaklaşan kesimlerle sınırlı da değildir.

 

Türk insanı AB yolunun ne kadar açık olduğunu kestirmekte zorluk çekmektedir. AB’nin içinde hem Türkiye’ye moralini bozmamasını söyleyen, AB’nin öngördüğü koşulları yerine getirmeye devam etmesi halinde üyelik yolunun açık olduğunda ısrar edenler, hem de AB kimliğini Türklere karşı inşa etmeye çalışan, kendi aşamadıkları toplumsal sorunları unutturmak için Türklerle uğraşmaya yönelenler mevcuttur. Türkiye’nin AB ile ilişkilerini bir yandan üye olacakmış gibi, diğer yandan da ilerde yollar ayrılacakmış gibi yürütmesi gerekmektedir. Böyle bir politika izlemek mümkün müdür? Evet veya hayır demeden, isterseniz birlikte bir değerlendirme yapalım.


 

AB Türkiye’yi aday ülke olarak ilan etmeden önce, Türkiye’nin üç kriteri yeterince yerine getirmesini beklemiştir: İşleyen bir piyasa ekonomisine sahip olmak, işleyen bir demokrasiye sahip olmak, insan haklarına saygılı olmak. Türkiye aday ilan edilirken bu kriterler açısından bir yeterlik düzeyine eriştiği kabul edilmişti. Sanıyorum, çoğu Türk vatandaşının bu kriterlerle temel bir ihtilafı zaten bulunmamaktadır. Ülkemizde piyasa ekonomisinin kurumları büyük ölçüde oluşmuştur. Yerleşiklik kazanması doğal bir gelişme olacaktır. Toplumumuzun demokrasiden de şikayeti yoktur. Sorunlarını demokrasinin çizdiği çerçeve içinde halletmenin değeri, demokrasi ile yönetilmeyen komşularımızın değişim baskıları karşısında yaşadıkları güçlükler ve istikrarsızlıklar görüldükçe, daha iyi anlaşılmaktadır. İnsan hakları uygulamalarımızın iyileştirilmeye muhtaç olduğu söylenebilirse de, burada da mesafe aldığımız açıktır.

 

Türkiye’nin Kopenhag kriterlerine uygun bir dönüşüm yaşamasında AB üyeliğine aday olmak istemesinin ve bilahare aday olmasının olumlu bir etkisi olduğu inkar edilemez. Demokrasi ve insan hakları sorunlarına öncelik verilmesine, bir kısım değişikliğin de kamuoyu tarafından fazla direnmeden kabul edilmesinde AB’nin telkinleri önemli bir rol oynamıştır. Türkiye’nin aday ülke ilan edilmesinden sonra, üyelik kriteri olmamakla birlikte siyasi bakımdan önemli olduğu ileri sürülen bir kısım istekler AB adaylığının gereği olduğu gerekçesiyle Türkiye’ye sunulmuştur ve sunulmaya devam edilmektedir. Kıbrıs’la ilgili olarak yapmamız istenenlere, Ermenistan sınırının açılmasından başlayan ve Heybeliada Papaz okulunun açılmasına kadar uzanan taleplere her an yenilerinin eklenmesi muhtemeldir. Bu talepler Türkiye’nin AB üyeliği ile ilgili olarak gündeme getirilmekte ve üyeliği kolaylaştıracak davranışlar olarak nitelenmektedir. Ancak, karşılığında üyelik garantisi yoktur. Üstelik, AB Türkiye’ye karşı sorumluluklarını yerine getirmekte pek başarılı bir sınav da vermemiştir. Gümrük Birliği başladığı zaman Türk ekonomisinin uyum sağlaması için verilecek fonlar Yunan vetolarıyla durdurulmuş, hiçbir zaman telafi edilmemiştir. Kuzey Kıbrıs’ın tecritten kurtarılması için AB henüz kılını dahi kıpırdatmamıştır.  

 

Ne yapalım? Türk toplumunun da yaygın olarak benimsediğini zannettiğim Kopenhag kriterlerini yerine getirmekte ilerlemeye devam edelim. Diğer talepleri ise, uzun dönemde AB üyesi olmayabileceğimizi de hesaba katarak, kendi çıkarlarımız açısından değerlendirelim; hatta bazı şeylerin ancak üye olma işlemlerinin tamamlanması sonrasında mümkün olabileceğinin altını çizelim.  Gerektiğinde geri alamayacağımız, karşılığının ne olduğu belli olmayan adımları ise hiç atmayalım. Kısacası, yarın üye olacakmış gibi Kopenhag kriterlerine uyalım ama dış politikamızı hiçbir zaman üye olmayabileceğimizi düşünerek şekillendirelim.

Sitemizde yayınlanan makale, yazı, döküman, dosyalar ve resimler izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Copyright © 2014 Ruyiad Tüm Hakları Saklıdır.
Sitemap