TOPLUM OLARAK AYNADA YÜZÜMÜZE BAKMAMIZ LAZIM!

 

 

Prof.Dr.A.İlter TURAN

                                            SİYASET PENCERESİ

Anketlerin çoğunda ortaya çıkan bir sonuç aynı. Türk halkı farklılıklara, farklılaşmaya karşı tahammülsüz. Nüfusumuzun büyük bölümü değişik din, mezhep, etnik köken, ırk ya da cinsel tercihten olan kişilerle komşu olmak istemediğini beyan ediyor. Acaba gerçekten öyle midir? Belirli olgulara  karşı tutumları ölçen anket sorularına insanların bazen toplumun onayladığını sandıkları cevaplar verdikleri,  gerçek durumlarda söyledikleri gibi davranmadıklar biliniyor. Örneğin, ankette oteline hiçbir zaman Çinli müşteri almayacağını söyleyen bir otel sahibinin, kısa süre sonra otele gelen Çinli’ye herhangi bir güçlük çıkarmadığı gözlenebiliyor. Bizdeki anketleri Sünni Müslüman Türkten başka komşu istemem diye yanıtlayanların, yanlarına kendilerinden farklı komşu taşındığında, onunla selamlaşacağını, hoşgeldine gideceğini, çok sıcak olmasa bile dostluğunu, yardımını esirgemeyeceğini tahmin edebiliriz.  Malumunuz, ülkemizin gayri-Müslüm nüfusunun kalabalık olduğu dönemde insanlarımızın Ermeni, Rum komşularıyla kurdukları sıcak dostlukları hala anlatılır.

 

Bazı analizlere ve anektodlara bakarak, bizdeki anketlere verilen cevapların doğru olmadığına kanaat getirebilirsiniz. Ancak, Türkiye’nin farklılıklara karşı tahammülsüz olduğunu gösteren oldukça sağlam kanıtlar da var. Bunlardan birincisi, Türkiye’de yaşayan gayri-Müslimlerin sürekli denetim altında tutulması, işlerinin zorlaştırılması ve adeta ülkeden taşınmalarının pek de kötü olmayacağının çeşitli yollardan kendilerine hissettirilmesidir.  Nitekim, İkinci Dünya Savaşı sonrasında  Türkiye’nin nüfusu büyük bir sıçrama yaparken, azınlık nüfus sürekli olarak düşmüştür. Günümüzde, hükümet tarafından gösterilen iyi niyetli çabalara, Avrupa Birliği’nden gelen telkinlere rağmen, azınlıkların kültürel ve  dini varlıklarını sürdürmelerini sağlayacak yapıların gelişmesi için uygun hukuki ve bürokratik zemin bir türlü oluşturulamamaktadır. Lozan’da sözü edilmeyen bölgemize özgü tarihi kiliselerin sıkıntıları daha da fazladır. Bu tür uygulamalar salt gayri-Müslim azınlıklara da inhisar etmiyor. Örneğin, devletimiz hala Diyanet İşlerinden görüş almakta ısrar ederek Alevilerin ayrı bir mezhep olmadığında hükmetmeğe devam ediyor.

 

Tahammülsüzlüğümüzün ikinci kanıtı, dönem dönem farklı olanlara dönük olarak gerçekleşen toplum hareketleridir. Sıvas ve Kahramanmaraş olaylarının hatırası henüz orta yaşlıların hafızalarından silinebilmiş değildir. Son dönemlerde bu tür çatışmalara bir de ülkenin Batı yerleşme merkezlerinde ortaya çıkan ve Güneydoğu kökenlileri hedef alan olaylar eklenmiştir. Hepinizin izlediği gibi, son olarak Selendi de Romanlara dönük kitle eylemleri cereyan etti. Farklı kökenlilere karşı her toplumda arada sırada rahatsız edici olaylar gerçekleşebiliyor. Bu durumlarda kamu otoritesinin saldırılara hedef teşkil edenleri kesin bir dil ve yöntemlerle koruması, savunması zorunludur. Ben birçok durumda kamu görevlilerinin, özellikle siyasi liderlerimizin yeterince açık ve kesin tutum ifade etmemelerinin üzüntüsünü yaşıyorum.  Aynı derecede önemli olarak, olaylara karışan ve onları destekleyen toplum kesimlerinin bilahare herhangi bir vicdan muhasebesi yaptıklarından, olanların yanlış olduğunu düşünüp, üzüldüklerinden de emin değilim.

 

Galiba anketler yanlış birşey söylemiyor. Toplum olarak aynada yüzümüze bakmamız lazım.   

 

 

Sitemizde yayınlanan makale, yazı, döküman, dosyalar ve resimler izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Copyright © 2014 Ruyiad Tüm Hakları Saklıdır.
Sitemap