A.İlter TURAN SİYASET PENCERESİ |
Demokrasiyi tanımlarken genellikle kurumsal ve hukuki nitelikleri üzerinde durulur. Örneğin kurumsal niteliklerden yola çıkacak olursak, bir sistemin demokrasi olarak nitelendirilebilmesi için birden fazla partinin rekabet edebilmesi gereğinden bahsedebiliriz. Hatta bazı uzmanlar, iktidarın seçimlerle değişmesini yaşamamış bir sistemi demokrasi olarak nitelendirmenin acelecilik olacağını ileri sürmüşlerdir. Bağımsız bir yargının varlığı hiçbir zaman ihmal edilmeyecek ikinci bir kurumsal nitelik olarak akla gelmektedir. Partilerin rahat rekabet edebilmesi, iktidarı eleştirmesi ve iktidara talip olabilmesi için örgütlenme, ifade, basın, haberleşme özgürlüğü gibi hukuki güvencelere de ihtiyaç vardır.
Sizlere demokrasiye giriş dersi vermeye kalkışmak nezaketsizliği aklımdan geçmez. Yukarıdaki basit açıklamayı, söylemek istediklerime zemin oluşturacağını düşündüğümden yaptım. Demokrasinin kurumsal yapısını, özgürlüklerin hukuki temellerini anayasalar yaparak, kanunlar çıkartarak kurmaya çalışabilirsiniz. Ama yasal alanda gerçekleştirdikleriniz, sistemin işlemesine yansıdığı zaman ortaya mutlaka demokratik bir sistemin çıkacağından emin olamazsınız. Nitekim birçok ülkenin anayasa ve yasalarını incelediğiniz zaman, o ülkelerde demokrasinin hüküm sürdüğünü düşünebilirsiniz ama sistemin işleyişine baktığınızda, karşınıza çıkan sistem demokrasiden bir hayli uzak düşebilir.
Neden böyle bir sonuç ortaya çıkabiliyor? Demokrasinin işlerlik kazanması için salt yasal çerçeveler oluşturmak yeterli olmuyor, bunun demokrasi inancı, ruhu ve terbiyesi ile de güçlendirilmesi lazım. Yerleşik demokrasilerde hem kurumlar ve yasal çerçeveler, hem de değindiğimiz ruh ve terbiye zamanla oluşmuştur, Demokrasinin yerleşiklik kazanmasına giden olgunlaşma süreci içinde çoğu zaman demokrasiden uzak olaylar, deneyimler yaşanmış, bedeller ödenmiştir. Sadece evrensel oy hakkının ne denli kanlı mücadelelerle elde edildiğini hatırlatmaya bile gerek yoktur. Günümüzün daha genç demokrasileri, başka toplumların yüzyıllarda ulaştığı demokrasi olarak nitelendirilme mertebesine çok daha kısa sürelerde ulaşmayı öngörüyorlar. Bu amaçla çabucak kurumsal ve yasal çerçeveleri oluşturuyorlar. Ancak, bunlar yapılınca demokrasinin iyi işlemesi için gerekli olan inanç, ruh ve terbiye kendiliğinden gelmiyor. Dolayısıyla, aksamalar, demokratiklikten uzaklaşmalar başlıyor, gidişi durduracak güçlü toplumsal tepkiler de oluşmuyor.
Son hafta yaşadığımız olay, ne demek istediğimi sanıyorum bütün berraklığı ile ortaya koyuyor. Sayın Başbakanımız, TÜSİAD başkanının kamu politikasına ilişkin sorularını “O kendi işine baksın” diye yanıtladı. Yerleşik bir demokraside herhangi bir hükümet başkanı, bir sivil toplum liderinin sorularına böyle bir yanıt vermez, veremez. Vermez, çünkü aklına gelmez. Seçmenin kendisini sorgulamasını onun doğal hakkı olarak görür. Veremez çünkü toplumdan çok yoğun tepki alacağını, siyasi destek kaybedeceğini bilir. Biz de öyle olmadı. Başbakanın kendi partisi içinden tek eleştirel ses çıkarak, demokrasinin gereklerini dile getirmedi. TÜSİAD Başkanını kendi örgütünün üyeleri bile açıktan desteklemekten çekindiler. TÜSİAD başkanının desteksiz bırakılması, demokrasimizin kötü sınav vermesiyle sonuçlandı. Ruh olmayınca, sistem aksıyor, yozlaşıyor; halbuki demokrasi bir inanç ve ruh meselesi.