HÜKÜMETİN İNANDIRICILIĞINI GÜÇLENDİRMESİ GEREKİYOR
İlter TURAN
siyaset penceresi
Türkiye’de sol siyasal tercihlerin yükselişte olduğu ve bugüne kıyasla çok daha güçlü gözüktüğü 1960 ve 1970li yıllarda, o günlerde de çoğunlukta olan orta sağ ve sağ siyasal tercih sahipleri, sola yatkın olanların toptan komünist olduklarını ileri sürerler, sosyal demokrasiye samimi olarak inanmış kişilerin de ülkeyi komünizme götüren yola yardımcı olan gafiller olduğunu iddia ederlerdi. Genel bir siyasi temayülün içinde barındırdığı farklılıklara duyarlı olmayan, toptancı yaklaşımlara o dönemdenberi daima şüpheyle yaklaşmışımdır. Dolayısıyla, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldiği zaman, “Bunlar takiyyeci dinciler, esas niyetlerini gizliyorlar, göreceksiniz laikliği sona erdirecekler, din devleti kuracaklar,” diyen dostlarıma geçmişte sağın sola dönük yaklaşımını hatırlatarak, toptancı yaklaşımlardan uzak durmalarını, aksi ispat edilmedikçe siyasal liderlerin sözlerine itimat etmenin daha doğru bir yaklaşım olduğunu telkin ettim. Ancak, son dönemlerde iktidar partimizin giderek yoğunlaşan bir inandırıcılık sorunu ile karşı karşıya bulunduğunu da teslim etmek zorundayım. Ne demek istediğimi açıklamaya çalışayım.
Temas edeceğim olayların bir kısmından daha önce de bu sütünda zaten söz edildi. Bazı belediyeler sanki dinin emriymiş gibi saçma sapan ve dinle ilişkisi olmayan bir cehaletin yayıcılığını yapıyorlar. Kitaplar bastırıp dağıtıp, sözümona evlileri irşad ediyorlar. İş ortaya çıkıp kıyamet kopunca, tahmin ediyorum geçici olarak, faaliyeti tatil ediyorlar. Hükümet, bir takım din görevlilerini ehliyetleriyle herhangi ilişkisi olmayan görevlere atıyor. Bir bakıyorsunuz falan caminin imamı ya da filanca kentin müftüsü Kültür Bakanlığında bir göreve atanmış. Bir başka vaiz, belediyede ulaşım işlerinde bir göreve getirilmiş. Liyakatinden sual olunsa cevap hazır, memuriyet için aranan şartları yerine getiriyormuş. Tabii, burada yerine getirilen şartlar şekille ilgili olanlar. Uzmanlık, ehliyet gibi konular üzerinde durulmuyor. Tam bir din temelli kadrolaşma. Derken, gazetelerde okuyorsunuz. Bir din görevlisi kocasının eziyetine maruz kalmış bir kadına tuhaf bir takım dua tedavileri veriyor. Anlaşılıyor ki, aslında psikologlar tarafından verilmesi gereken bir hizmeti hükümetimiz yine din görevlilerine havale etmiş. İşlerin sadece dua okuma ile halledileceğini öğrenerek yetişmiş kişi ne yapsın? Kendi cehaletini paylaşarak durumu idare etmeye çalışıyor. Bir diğeri, üstelik Diyanet İşlerinin resmi yayın organında, saçma sapan bir yazı yazıyor, kendi aklına göre fetvalar vermeye çalışıyor. İş kamuoyunun dikkatine yakalanınca, “dikkatten kaçmış, böyle şey olmamalı” türünden bazı açıklamalar. Milli eğitimle ilgili konulara müsaadenizle hiç girmeyeyim. Her çocuk kitabına dini boyut kazandırmak ve ecnebileri bile İslami deyimlerle konuşturmak başarılmış bulunuyor.
Bu örneklere hergün yenilerinin eklendiğinden eminim. Ayrıca, kamuoyuna yansıyan olayların hergün cereyan eden olayların sadece bir bölümü olduğundan kuşku duymuyorum. Ancak bütün bunları birarada ele aldığınız zaman, ortaya pek de güven verici bir resim çıkmadığını teslim etmek zorundasınız. Sorun nedir dediğiniz zaman, aslında açıklanması pek de zor olmayan bir durumla karşı karşıyayız: Hükümetimiz, yaygınlaştırılmaya çalışılan din kisveli cehalet karşısında açık bir tutum benimsemekten kaçınıyor, adeta himayeci bir tavır sergiliyor. Örneğin, saçma sapan öğütler dolu yayın yapan belediyelerle ilgili olarak herhangi bir işlem yapılmamasını yeterli belge bulunmaması ile açıklamaya ne buyrulur? Hemen ekleyeyim. Belediyelerin saçmalıklarını merkezi hükümet engellemekle yükümlü müdür, bu tartışılabilir. Belediyenin tasarruflarını denetlemenin tek yolu bakanlık değildir, belediyeleri yargıya götürmek mümkündür denilebilir. Mevcut yönetimin seçim yoluyla değiştirilebileceği hatırlatılabilir. Çoğu zaman yerel yönetimlerin merkezi hükümetin vesayetinden kurtarılmasının gerektiği öne sürülen ülkemiz ortamında, İç İşleri Bakanlığı’nın birşeyler yapmasından başka yolların aranması önerilebilir. Ama, mevcut durumda yetkili bakanlığın “belge yok ki” türünden bir samimiyetsizlik sergilemesi, hükümetin gerçek niyetleri konusundaki endişeleri güçlendiriyor.
Diğer olaylarla ilgili olarak farklı birşeyler söylemeye gerek olduğunu sanmıyorum. Herbirinde hükümetin samimiyetsiz ve pasif tutumlar ortaya koyması, niyetinin Türkiye’yi nereye götürmek olduğu konusundaki kuşkuları şiddetlendiriyor. Bildiğiniz gibi, hükümetimiz kendisinin dinci olmadığını, muhafazakar dindar bir eğilimi temsil ettiğini vurguluyor. Böyle bir açıklamanın inandırıcı bulunması için, hükümetin dinci yaklaşımların tezahürüne karşı açık tavır alması ve gereğini yapması lazım. Yoksa dincilik gütmediğine inanmak kolay olmaz. Yine solun daha güçlü olduğu yıllara dönecek olursak, o yıllarda aşırı solla esas mücadeleyi sosyal demokratların yapabileceği ileri sürülürdü. Aynı düşünce kalıbını mevcut duruma uygulayacak olurak, dincilerle en etkin mücadeleyi dindar muhafazakarların yapması beklenir. Ancak olanlara bakılınca, böyle bir sürecin işlediğine dair en ufak bir belirti yok. Hükümetin kayıtsızlığı toplumumuzdaki gerilimleri yoğunlaştırıyor. İç gerilimlere ihtiyacımız yok. Ancak gerilimin yumuşaması, hükümetin inandırıcılığını güçlendirmesine bağlı gözüküyor. Siz ne der siniz?