SİYASET PENCERESİ
RUSYA İLE İLİŞKİLERDE GERÇEKÇİLİĞİMİZİ KAYBETMEYELİM
İlter TURAN
Hükümetimizin alışılmadık bir hızla dış ilişkilerde mesafe katetmeğe çalıştığını görmek memnuniyet verici. 17 Aralık’tan önce Başbakanımız hemen hergün bir başka AB üyesi ülkeyi ziyaret ederek üyelik müzakerelerinin başlamasını sağlamak için gayret gösterdi. Şimdi de bakıyorsunuz, bir yandan Başbakanımız, Dış İşleri Bakanımız, diğer yandan Dış Ticaretten sorumlu Devlet Bakanımız veya diğer bir bakan şu veya bu ülkeyi ziyaret edip ilişkileri geliştirmeye çalışıyorlar. Bu çabaların iki yönden önem arzettiği muhakkak. İlkin, Türkiye coğrafi konumu, gelişen ekonomisinin gücü, artan nüfusu ve potansiyeli ile dünya sahnesinde önemi artan bir aktör olmak yolundadır. Bu çerçeve içinde bir yandan AB ile yakınlaşırken, diğer yandan Amerika ile ilişkilerini korumak, başta Rusya olmak üzere komşularıyla ve diğer önemli ülkelerle ilişkilerini geliştirmek mecburiyetindedir. Bir ülkenin üçüncü ülkelerle ne kadar güçlü ilişkileri varsa, muhatap olduğu bir ülke ya da ülkeler grubu karşısında, o kadar daha güçlüdür. Sözgelimi, AB ile iyi ilişkiler ülkemizi ABD ve Rusya karşısında daha güçlü kılarken, Rusya ile iyi ilişkiler de AB karşısında bizleri daha güçlü kılmaktadır. İkinci olarak, bir ülkenin huzurlu olabilmesi için öncelikle komşularıyla iyi ilişkiler içinde olması zorunludur. Komşularıyla sürekli sorunlar yaşayan bir ülkenin daha önemli sorunlarla ilgilenmeye fırsatı dahi kalmayabilir.
Başbakanımızın Rusya ziyaretini çizdiğimiz çerçeve içinde değerlendirince önemi belirginleşmektedir. Rusya hem önemli bir dünya devleti hem de en büyük komşumuzdur. Uzun yıllar Türkiye’den kaynaklanmayan nedenlerle hasmane ilişkiler içinde olduk. İki kutuplu dünyanın sona ermesinden sonra başlayan yakınlaşma, görülebildiği kadar giderek daha sıcak ilişkilere doğru yol alıyor. Bundan memnuniyet duymak gerekir. Uzun süreler ilişkileri korku kelimesiyle nitelemek doğru olurdu. Halbuki Rusya ile olan ilişkilerimizi silahlı mücadelenin düşünülmesi mümkün olmayan, her ihtilafın müzakere yoluyla giderildiği, üçüncü alanlarda da işbirliğinin egemen olduğu bir düzeye getirmek ve orada muhafaza etmek vazgeçilmezdir. Bundan her iki ülke de sonsuz kazanç sağlayacaktır. Dolayısıyla, Başbakanın Moskova ziyaretinin yarattığı havanın korunması, devam ettirilmesi, daha da ileriye götürülmesi öngörülmeli, buna uygun yollar izlenmelidir.
Bütün bu iyimser değerlendirmelerden sonra Rusya ile ilişkilerimizde bazı potansiyel sorunlar olduğunu da belirtmemiz zorunludur. İlkin Rusya’nın kullandığı dış politika yöntemlerinin bir kısmının yadırganan türden olduğunu hatırlayalım. Örneğin son Ukrayna seçimlerinde Kuzey komşumuz bir başka ülkenin iç işlerine adeta karışmak diye nitelenecek yöntemler kullanmıştır. Ukrayna’nın Doğu kesimlerinde yaşayan nüfusun üzerinde etki yaptığı kuşkusu yaygındır. Sonuçlarının kesinleşmediği bir ortamda, Rusya devlet başkanı, seçimleri Yanukoviç’in kazandığı havası yaratarak sonuçların kendi istediği yönde olmasını sağlamağa çalışmıştır. Çok sayıda usulsüzlüğün yapıldığı bir seçim kendisini hiç mi hiç rahatsız etmemiştir. Komşularıyla olan ilişkilerinde bu tür davranışları tabii gören bir dosta güvenmek biraz alışmak gerektirecektir.
Rusya demokratikleşme yönünde ilerleyen bir toplum olduğu izlenimini vermemektedir. Sovyetlerin yıkılmasından sonra bir dönem açık toplum olma yolunda ilerleyen Rus toplumunda artık devlet denetimi dışında kalan gazete ve televizyon kalmamıştır. İktisadi hayatta da devletin bir dönem azalan rolü yeniden artmaya başlamıştır. En son Yukos’un satışı sırasında ortaya çıkan ve evveliyatı bilinmeyen Baykal adlı şirketin aslında bir devlet kuruluşu olduğunun açıklığa kavuşması, özel girişimin yapacağı işleri yeniden Rus devletinin üstlenmeye çalıştığını göstermektedir. Rus yargı mekanizmasının da işleyişinde de devletin etkili olduğu izlenimi hakimdir. Bunlardan bize ne, Rusya’nın kendi bileceği işler ilişkilerimizde neden sorun çıkarsın diyebilirsiniz.Ancak, bir husus hatırlatmak isterim. Toplumlar dış dünyayı kendi sistemlerinin gözlükleri ile görüyorlar. Başka toplumları analiz ederken, onların neler düşündüğünü, nasıl düşündüklerini anlamaya, onlardan neler bekleyeceklerini belirlemeye çalışırken, kendi bilişsel çerçeveleri belirleyici bir rol oynuyor. İşaret etmeye çalıştığım zihni çerçeve farkları, karşılıklı olarak bazı yanlış anlaşılmalara, değerlendirmelere ve bundan kaynaklanan sorunlara neden olabilir.
Türkiye Rusya yanında, diğer eski Sovyet cumhuriyetleriyle de iyi ve yoğun ilişkiler kurmayı istemekte, bu yönde gayretler sergilemektedir. Rusya ise bu ülkeleri kendi özel ilgi alanı olarak görmekte, buralarda başka ülkelerin ilişkiler geliştirmesini doğal karşılamamakta, rahatsız edici bulmaktadır. Belki bu anlayıştan zaman içinde uzaklaşacaktır ancak henüz böyle bir değişimin yeterince gerçekleştiğini söylemek olanaksızdır.
Rusya ile gelişen ilişkileri memnuniyetle karşılayalım ama gerçekçiliğimizi kaybetmeyelim. Bazı sorunlara hazırlıklı olalım.