MEVKİ-DAVRANIŞ UYUMSUZLUĞU
Prof.Dr.A.İlterTURAN
siyaset penceresi
Sosyal psikolojiyle tanışan okuyucularım bilme-tanıma uyumsuzluğu kavramını bilebilirler. Sık kullanılmaz, müsaadenizle açıklayayım. İnsanlar gördüklerini zihinlerinde önceden oluşmuş kalıplara göre anlamlandırırlar. Bu kalıplar sayesinde algıladıklarımızın ne olduğunu fazla zihni enerji sarfetmeden anlarız, çözeriz. Bazen karşımıza bir problem çıkar, gördüklerimiz bildiğimiz kalıplara uymabilir, bilme-tanıma uyumsuzluğuyla karışılaşabiliriz. Böyle bir durumda, mevcut kalıpların etkisiyle algılamalarımızda yanılabiliriz. Klasiktir, Amerika’nın güney eyaletlerinde bir zencinin beyaz adam dövdüğünü gösteren resme bakan beyazlara bilahare ne gördükleri sorulduğu zaman, alıştıkları kalıp beyazın siyahı dövmesi olduğundan, beyaz biri zenciyi dövüyordu diye cevap vermişlerdir.
Bendeniz de bilme-tanıma uyumsuzluğu fikrinden esinlenerek, mevki-davranış uyumsuzluğu kavramını icat ettim. Kavramın çok orijinal olduğunu iddia edemeyeceğim. Sosyolojide rol kavramı vardır. Üstlendiği rolün kişinin davranışlarını belirlediği önerilir. Örneğin, görevini sert disiplin anlayışıyla yürüten bir komutan, büyükbaba rolüne girince, torununun her türlü disiplinsiz hareketini, şımarıklığını hoşgörebilir. Uzatmayayım, maksadım sosyoloji dersi vermek değil. Son günlerde başbakanımızın sergilediği davranışlarda mevki-davranış uyumsuzluğu gördüğüm için bu tartışmaya girdim. Daha açık söyleyeyim: Başbakanımızın bir yandan bir medya grubunun sahibiyle giriştiği tartışmada, diğer yandan bir hayli karışık işler yürüttüğü izlenimi yaratan Deniz Feneri adlı kuruluşla ilgili konuşmalarında, mevkii ile mütenasip olduğu kolay kabul edilemeyecek sözler kullanıyor, daha da vahim olarak düşünceler sergiliyor.
Başbakanımızın kullandığı dilin, seçtiği kelimelerin, hitab üslubunun hayranları arasında olmadığımı değerli okuyucularım önceki yazılarımdan hatırlayacaklardır. Aynı değerlendirmelerimi tekrar etmeme gerek yok. Ancak, konuşmaların içeriğinde beni fazlasıyla rahatsız eden iki unsur var. İlkin başbakanımız bir medya grubunun, çıkar elde etmek maksadıyla kendisine, partisine ve hükümete saldırdığını ifade etmekte, bunu karşılıksız bırakamayacağını, cevap vereceğini söylemektedir. Sözkonusu grubun çıkar kovalayıp kovalamadığını, bunun için bazı konuları haber yapıp yapmadığını bilemem. Ancak, haber doğruysa, ardında ne niyet var demeye gerek yok, yayınlanması tabiidir. Buna karşılık, haberler yalan ise, bir başbakan bunu mahalle kıraathanelerinde sıkça yapıldığı gibi kişisel polemiklerle değil, yargıya başvurarak def’etmek mecburiyetindedir. Aksi takdirde, işine gelmeyen haberler veren medyayı susturmak istediğine hükmetmemiz gerekecektir. Medya hükümeti rahatsız eden konuları haber yapmasın demek, demokrasilerde akla getirilmeyecek bir taleptir. Sayın başbakanımız bugün işgal ettiği mevkiye işleyen bir demokrasiye sahip olmamız sayesinde geldiğini herhalde unutmuş değildir.
İkinci sorun başbakanımızın ciddi yolsuzluk iddiaları karşısında sergilediği kayıtsızlıktır. Bazı kimseler bu tutumu, haklı ya da haksız, yolsuzluğun himayesi olarak değerlendiriyorlar. Görevi gereği Başbakanımızın yolsuzluk iddiaları karşısında kimseyi korumaya yönelmemesi,hemen soruşturma açtırarak gerekirse zanlıları yargıya teslim etmesi zorunludur. Böylece, masum iseler, zanlıları da korumuş olacaktır. Maalesef, şahit olduğumuz mevki-davranış uyumsuzluğu, kamuoyunun hükümete ve devlete olan güvenini sarsmaktadır. Başbakanımızın mevkii ile mütenasip davranması biz vatandaşları fazlasıyla mutlu edecektir. Duyurulur.