ASIL SORUN KARİKATÜRLER DEĞİL
İkinci sınıf bir Danimarka gazetesinin İslam peygamberini terörist olarak resmeden bir karikatür yayınlaması, Danimarka Başbakanı Rasmussen’in siyasi beceriden nasibini almamış küstah tavrı dolayısıyla neredeyse medeniyetler savaşını başlatacak. Dünyanın ileri gelen liderleri olayların tırmanmasını engellemeye, ortamı yumuşatmaya çalışıyorlar. Krizin kökeninde acaba sadece münasebetsiz bir karikatürün yayınlanması mı yatıyor? Başlangıcından bugüne kadar cereyan eden gelişmelere bakılacak olursa, biraz daha ayrıntılı düşünmemiz gerektiği anlaşılıyor. Rasmussen olayı protesto etmek isteyen İslam ülkeleri büyükelçileriyle görüşmeyi kabul etmedi, olayı salt bir demokratik haklar sorununa dönüştürerek, karikatürün yayınlanmasını rencide edici bulanları adeta kabahatli durumuna düşürmek istedi. Sonra diğer bazı ülke gazeteleri Danimarka gazetesine arka çıktılar, tatsız karikatürler yayınladılar. Aynı gazetelerin diğer iki semavi dinle ilgili bir takım incitici karikatürleri yayınlamaktan kaçındıkları da ortaya çıktı. Demek ki, İslama karşı daha duyarsızlar. Belki bazı okuyucularım da görmüşlerdir, internette öyle çirkin karikatürler dolaşmaya başladı ki, bunlar ne ince bir düşünce ya da mizah ne de ciddi bir eleştiri ürünü. Düpedüz hakaret amacıyla çizilmiş şeyler.
Bir karikatürün gündemimizi fazlaca işgal etmesinin altında sanıyorum daha yaygın nedenler var. Söz konusu karikatür daha huzurlu bir ortamda yayınlansaydı, bu kadar büyük tepkiye neden olmazdı. Danimarka Başbakanı biraz daha makul davranıp, kendisinin de karikatürlerin yayınlanmasını kınadığını, Müslümanların infialini anladığını ama yasaklamaların ifade özgürlüğü açısından sıkıntılar doğuracağını ifade etseydi, konu kapanır, giderdi. Olmadı! Şimdi karşımızda iyi yönetilmediği takdirde kolayca tırmanabilecek bir kriz var. Ortam neden bu kadar gerilimli, neden basit bir karikatür olayı çabucak uluslararası bir krize dönüştü? Sorunun cevabı son derece karmaşık. Hem İslam dininin egemen olduğu ülkelerde sorunlar var hem de Batıda.
İsterseniz önce krizin patlak verdiği Batı Avrupa’ya bir bakalım. Batı Avrupa ülkeleri, alıştıkları refah düzeyini uzun vadede devam ettirmekte güçlük çekeceklerini görüyorlar. Nüfusları yaşlanıyor, bugüne kadar tabii karşıladıkları sosyal hakların devam ettirilmesi için gereken kaynakları bulmakta zorlanıyorlar, dünyadaki üstünlüklerini aşındıracak -belki de ortadan kaldıracak-
yeni güç merkezleri oluşuyor. Bu olumsuz gelişmeleri hafifletecek önemli kaynaklardan birisi emek ithal etmek. Fakat maalesef emek salt bir üretim faktörü değil, sosyolojik bir olgu. Avrupa’nın ithal edeceği işgücünün dili, dini, adetleri, gelenekleri ve mutfakları konuk geldikleri ülkeninkinden farklı. Bütün yaptıkları edebiyata rağmen, Batı Avrupa ülkeleri aslında çoğulculuğu yönetmeyi pek iyi beceremeyen ülkeler. Kendilerine az çok benzeyenlere gösterdikleri hoşgörüyü, kendilerinden bir hayli farklı insanlara göstermekte başarısızlar. Son günlerde bazı ülkelerde başka dillerin kullanımının kısıtlanması ile ilgili olarak yapılan tartışmalar ve ortaya atılan öneriler, derin bir hoşgörü eksikliğine işaret ediyor. Hoşgörüsüzlük dini alanda daha da derin. Cami yapımına ve Müslümanlara mezar alanı tahsisine dönük engellemeler bunun kanıtları. Zora düşen, kendine güvenini yitiren toplumlar, genelde yapmaları gerekenin tam tersini yapıyorlar. Alışılmış kalıpların dışına çıkarak düşünmeyi ve iş görmeyi benimsemeleri gerekirken, dışa kapanma, tutuculaşma, hoşgörüden uzaklaşma ve farklılığa tahammülsüzlük gibi tepkiler veriyorlar. Dolayısıyla, karikatür krizi sonucu ortaya çıkan tavırlar belki istisnai değil. Avrupa ülkeleri özgüvenlerini yitirdikleri ve geleceğe güvenle bakamadıkları sürece muhtemelen bu tutumlarını sürdürecek, hatta tırmandıracaklardır.
Şimdi biraz da ehli İslama bakalım. Budist heykelleri yıkanlar, gazete muhabirlerinin kafasını kesenler, kalabalık yerlere bomba atanlar, otomobillerini patlayıcı yükleyerek kilise ve sinagoglara sürenler, ikiz kuleleri bombalayanlar, görünce insanın tüylerini diken diken yapan daha nice eylemi gerçekleştirenler bunu İslam dini adına yaptıklarını söylüyorlar. Kadınları aşağılamak, onları tam anlamıyla ikinci sınıf insanlığa mahkum etmek, yaşamlarını hapishane gibi ortamlarla sınırlamak yine hep İslam dini adına yapılıyor. Bunların dinin gereği olmadığını, sapık yorumları olduğunu söyleyenler belki çoğunlukta. Ancak, itiraf etmeliyiz ki, nüfusu Müslüman ülkelerin ne devlet ne de toplum katında örneklerini sıraladığım bu vahşete karşı pek ciddi tepki verdiğini söylemek olanaksız. Bazı terör olayları karşısında başıboş kalabalıkların sevinç gösterisi yaptıkları da biliniyor. Bu tür davranışlar aslında bir aczin ifadesi. Çevrelerini etkilemekten aciz, iktisaden başarısız toplumlar ve devletler, terör eylemlerinin başkalarına verdiği zararı görünce, kendi güçsüzlüklerini ve fakirliklerini bir an için unutabiliyorlar. Halbuki, İslam adına yapılan olumsuzluklara direnmek, ciddi tepkiler vermek gerek. Bu yapılmazsa, İslam dini, onun adına terör yapanları çağrıştırır.