EYLEMİ DUYGU DEĞİL AKIL YÖNLENDİRMELİ
İlterTURAN
siyaset penceresi
Yıllar önce bir Eylül ayının yanılmıyorsam ikinci yarısındayız. Her ikisi de ebediyete intikal etmiş olan rahmetli kayınpederimi ve kayınvalidemi ziyaret etmek üzere Strasbourg’a gitmişiz. Merhum kayınpederim Büyükelçi Semih Günver Avrupa Konseyi nezdindeki daimi temsilcimiz. O sıralarda Avrupa Konseyi parlamentosunun toplantısı var. Türkiye’den de üye parlamenterler gelmiş. Ben bir yandan mesleki diğer yandan kişisel merakım nedeniyle bazı oturumları izliyorum. Bir sabah yine parlamentoya gittim. Tartışılıp karara bağlanacak konular arasında İstanbul’un Avrupa kültür mirasının bir parçası olarak korunmaya layık şehir ilan edilmesi var. Bir kente bu statünün verilmesi Konsey’in o kente maddi kaynak tahsisini gerektirmiyor. Ancak, korunmaya layık ilan edilen kentler, bu amaca dönük maddi destek arayışlarında daha inandırıcı bir duruma geçiyor. Kaynak bulmaları kolaylaşıyor.
Toplantı başladı. Bilindiği gibi bu tür sembolik konularda kararın zemini önceden oluşturulduğu için konuşmalar da genelde alınacak kararı yüceltecek nitelikte olur. Tartışma, kavga beklenmez. Karar teklifinin reddi de söz konusu değildir. Nitekim, konuşmlar başladı. Herkes İstanbul’un tarihteki yerinden söz ediyor, muhtelif medeniyetlere beşiklik yaptığına temas ediyor. Hatta o devirde Milli Selamet Partisi milletvekili olan Temel Karamollaoğlu İstanbul’un sadece bir Müslüman kenti olmadığını, bir insanlık mirasını taşıdığını, dolayısıyla bu mirasa bütünüyle sahip çıkılacağını açıklayan bir konuşma yaptı. Hoş bir ortam. Derken, şimdi adını hatırlamadığım bir Yunan milletvekili söz aldı. Söyledikleri mealen şu: Siz bu Türkleri bilmezsiniz. Bunlar barbardırlar. Herşeyi yakarlar, yıkarlar ve saire. Yapılan konuşmanın ortamla ve konuyla bir bağlantısı yok. Parlamenterler homurdanmaya başlıyorlar. Konuşmacı kürsüden iniyor. Yarattığı izlenim o kadar olumsuz ki, belki de karara oy vermeyi düşünmeyenler bile bu nezaketsizlik karşısında Türklerin yanında yer alıyorlar.
Toplantıdan sonra büyükelçimiz Avrupa Konseyi Genel Sekreter Yardımcısı Sforza ile sohbet ediyor. Sforza Birinci Dünya Savaşı sırası ve sonrasında tanıdığımız Kont Sforza’nın oğlu. Koridorda kolkola girmiş yürürken, büyükelçimize “Sizi kıskanıyorum Sayın Günver,” diye söze başlıyor.
“Yunanistan gibi sağlam bir dostunuz var. Çoğunluğun size karşı olduğu anlarda dahi size o kadar saygısızca ve hesapsızca saldırıyorlar ki, düşmanlarınız size sempati ile bakmaya, sizi anlayışla karşılamaya başlıyor.”
Bu hatıra neden aklıma geldi? Söylemeye gerek yok, PKK ve muhtelif uzantılarına karşı mücadele birden fazla cephede yürütülüyor. Birinci cephede bir kısmı Kuzey Irak’ta, bir kısmı ülkemizde dağlarda yuvalanmış teröristler var. İkinci cephede ise, onlara değişik düzeylerde yakınlık duyan destek halkaları. Bu halkaların bir bölümü örgütün toplum içindeki uzantıları ki bunların parlamentoda da yer alıyorlar. Örgüte para verenler, silah tedarik edenler, yataklık yapanlar, propaganda işlerini yürütenler ve benzerleri bu grubun içinde. Destek halkalarının ikinci bölümü ise, ilk cephedekilere kendilerine göre gerekçelerle destek veren hükümetler, siyasi partiler, medya, sivil toplum kuruluşları ve şu veya bu ülkenin kamuoyunda etkili olan isimler. Bu ikinci halkanın birincisine olan desteğini Türkiye’nin PKK sorununa nasıl yaklaştığı, sorunla baş etmek için neler yaptığı belirliyor. Dolayısıyla, birinci cepheye karşı mücadele ederken, eylemlerin ikinci cephede nasıl yankılanacağını, ne gibi sonuçlar doğuracağını hesap ederek davranmamız lazım.
Şimdi duruma bir bakalım: Teröristlerin sınırdaki birliklerimize saldırısı ve ülkemizin bu saldırı karşısında doğrudan Kuzey Irak’a sadırmayıp uluslararası alanda önce müzakereler yoluyla bir çözüm araması, uluslararası kamuoyunu Türkiye lehine çevirdi. AB ülkeleri uzun süredenberi parlamentoda bir grup kuracak düzeyde temsil edilen DTP’den teröre karşı vaziyet almasını, dolayısıyla da PKK ile ilişkisini kesmesini istiyorlar. Bunu yapmadığı sürece partiye duyulan sempati yerini ilgisizliğe, hatta kızgınlığa bırakıyor. Bu gelişmenin devam etmesini ve PKK ve uzantılarının desteksiz kalmasını istiyorsak, şu ana kadar uyguladığımız siyaset çizgisini devam ettirmemiz lazım. Hükümetimizin bu konuda basiretli davranıyor. Ancak, bazı siyasi
kuruluşlarımızın ve bir kısım medya dahil kamuoyumuzun her zaman aklıyla hareket ettiğini söylemek kolay gözükmüyor. Kimine göre hemen Irak’a girerek teröristlerin başını ezelim. Bunun ne derecede mümkün olduğu, uluslararası alanda hangi sonuçları doğuracağı sorusu bu zevatın aklına gelmiyor olsa gerek. Kimi de DTP’ni kapatılması, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının bir an önce kaldırılması yerinde olacaktır diyor. Bu tür bir partinin parlamentoda mevcudiyetinin Türkiye’yi ne kadar güçlü ve inandırıcı kıldığı görmezlikten geliniyor. Parlamento dışına atılsalar, bu kişiler mağdur duruma düşecekler, söyledikleri her şeyi başkaları söyleyecek ya da yazacak. Üstelik yabancı basın bunları baştacı edecek. Leyla Zana’yı nasıl kahraman yaptığımız unutmayalım.