BÜYÜK DEVLET OLACAKSAK, ONA GÖRE DAVRANMALIYIZ!
Dış politika gündemimizi şu sıralarda işgal eden sorunların sayısı giderek kabarıyor. Uzun süredir dikkatlerimizi Irak, özellikle Kuzey Irak’taki PKK mevcudiyeti ve Kerkük üzerine yoğunlaştırmıştık. Şimdi buna Kıbrıs Rum Yönetimi’nin ada çevresinde petrol arama ruhsatları vermek için Lübnan, Mısır gibi ülkelerle iktisadi istifade alanlarının sınurlarını belirleyen anlaşmalar yapması, Amerikan Kongresi’nde Ermeni Soykırımı tasarısının tekrar gündeme gelmesi eklendi. Tabii arada mini sorunlar da çıkıyor. Sayın Devlet bakanımızın gazeteleri arayarak üzüntülerini bildirmesine bakacak olursak, Kaddafi’nin Afrika Birliği toplantısına taze süt içsin diye devesini götürmesinin Türkiye’de biraz da müstehzi bir eda ile haber yapılması, kısmetimizi kapamış. Libya hükümeti ülkemize yapması gereken ödemeleri geciktirecekmiş.
Çok sayıda sorunla aynı anda karşılaşınca, dış politika yapımı ve uygulamasına karışan da çok oluyor. Oysa, karışanların hepsinin dış politika tecrübesi yok, eylemlerini Dış İşleri ile eşgüdüm içinde yürüttükleri de tartışmalı. Ama ne farkeder? Seçim yılına girdiğimiz için herkes kendi adını öne çıkarmak istiyor. Netice itibariyle, dış politika da kişinin kendisini göstereceği, adını duyuracağı alanlardan biri. Ayrıca, şu sıralarda politikacılar arasında katı milliyetçiliğin seçmen katında yüksek prim yaptığına dair yerleşik bir kanı oluştu. Dolayısıyla, kişilerin dış politika alanında milliyetçi havalara girerek şöhretlerini büyütmeye çalışmalarında pek şaşılacak birşey yok. Ancak, maalesef, herkes dış politikada kendine göre bir takım icraat yapmaya yönelince, olan ülkemizin dış politikasına oluyor.
Hafta içinde Irak’la bir kriz yaşadık. Malumunuz, petrol üreten bir ülke olmasına karşın, Irak’ta şu anda rafinaj kapasitesinin eksikliği nedeniyle yerel kaynaklardan karşılanamayan ihtiyaç , ülkemiz ve diğer komşu ülkelerden Irak’a petrol sevkiyatı ile giderilmeğe çalışılıyor. Haberlerde, bu satışla ilgili işlemleri merkezi Irak hükümeti yaparken, bundan böyle işlemlerin Kuzey Irak’taki Kürt yönetim birimi tarafından gerçekleştirileceği, dolayısıyla başvuruların ona yapılmasının istendiği belirtiliyor. Sonradan işin bu kadar net olmadığı, bir şirketle ilgili bir sorundan kaynaklanmış olabileceği ve benzeri hususlar da dile getirilmeğe başlandı ama iş işten geçmişti. Neden mi, çünki bir bakanımız sevkiyatı durdururum, perişan olursunuz, hatta elektriğinizi de keserim diye
tehditler savurmuş ve Irak’a tanker geçişi yasaklanmıştı. Irak, işlemlerin her zamanki gibi Bağdat’tan yapılacağını açıklayınca kriz çözüldü. İlk bakışta Türkiye istediğini yaptırtmıştı, kazançlı görünüyordu. Öyle mi dersiniz? Ben emin değilim.
Bir an için kendinizi Irak yönetimi yerine koyun ve düşünün. Bir komşunuz size mal satıyor. Bir sorun çıkıyor veya sorunu siz çıkartıp onun bir konudaki kararlılığını yoklamak istiyorsunuz. Komşunuzun aklına ilk gelen yol durumu sessizce müzakere konusu yapıp değiştirmeye çalışmak değil de sizi tehdit ederek mahrumiyetlere garketmek ise, siz böyle bir komşuyla gelecekte uzun vadeli ve karşılıklı güvene dayalı olması gereken ilişkiler kurar mıydınız? Örneğin bu ülkeden yeni petrol boru hatları geçirir miydiniz? Hatta, gördüğünüz tepkinin ışığı altında, bu ülkeye olan halihazırdaki bağımlılığınızı asgari düzeye indirmeyi düşünmez miydiniz? Olayları izlemeye çalışalım, hangi sonuçlar ortaya çıkacak, hep birlikte göreceğiz. Peşinen istediğimizi elde ettik diye sevinmeyelim. Orta vadede kazançlı çıkmayacağımızdan endişe ederim.
Daha basit gözüken konularda bile çok yönlü düşünmek gerek. Kaddafi’nin devesini alaylı eleştirilere konu yapmak basın özgürlüğü çerçevesinde olağan bir olaydır. Kaddafi bundan memnun olmayabilir. Bir kısım iktisadi zorluklar çıkarmak için bu haberleri vesile ittihaz etmesi de mümkündür. Bu haberler karşısında Kaddafi şikayetçi olursa, bakanın üzüldüğünü, elinden bir şey gelmediğini ifade etmesi kendi takdiridir. Ama kendi ülkesinin bir takım gazetelerini arayıp, yazarlarına “sizler böyle haberler yapınca işler bozuldu” demek hakkı yoktur. Bunu yaptığı zaman hem ülkesinin demokrasisine saygısını esirgemekte, hem de yabancılara basını etkileyebileceği gibi doğru olmayan bir mesaj vermektedir. Böyle mesajlar veren bir kişiden sonra başka vesilelerle kendi ülkesinin basınını denetlemesi istenirse hiç şaşmamak lazım.