İRAN SIKINTISI
İran yönetiminin nükleer silah imal etmek konusunda engellenemeyen ısrarı uluslararası alanda beklediğimizden daha fazla sıkıntı yaratacağa benziyor. Fransız Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın ülkesinin tehdit karşısında nükleer silah kullanmaktan kaçınmayacağını açıklaması sorunun kamuoyuna yansımayan boyutlarının varlığına ve durumun ilk bakışta sanılabileceğinden daha vahim olduğuna ilişkin bir işaret olarak kabul edilebilir. Nükleer silahların, konvansiyonel silahlardan salt nicelik açısından değil nitelik açısından da farklı olduğu, nükleer silah kullanılacağını ifade etmekle bile siyasi ve psikolojik bir eşiğin aşıldığını görmezlikten gelemeyiz. Fransa’nın böyle bir çıkış yapmasının altında iki nedenden birinin yattığı akla geliyor. Ya Fransa Suriye ve İran’a ilişkin olarak izlediği politika nedeniyle bu ülkelerden kaynaklandığını düşündüğü veya bildiği bir terör tehdidi almıştır, ya da böyle düşünülmesi durumunda nükleer cevap vermekten çekinmeyeceğini belirterek, teröre başvurmayı düşünenlerin bunu peşinen bilmeleri ve hesaba katmaları gerektiğini ifade etmek istemiştir. Chirac’ın sözleri hangi nedenle edilmiş olursa olsun, vahimdir. Teröristlerle “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” türünden bir ilişki yürüterek bu işten “sıyıracağı” hesabını yapan ülkeleri acz içine düşüreceğini göstermesi bakımından ise ibretliktir.
İran Nuh diyor Peygamber demiyor. Belli ki, bir yandan Batı dünyası içinde ne yapılması ve nasıl yapılması gerektiği konusundaki kararsızlık, diğer yandan Çin ve Rusya’nın İran’ı koruyan tavırları, ayrıca İran petrolüne ve doğalgazına hele şu soğuk kış günlerinde duyulan ihtiyaç, Ahmedinecad ve arkadaşlarına uçurum sınırlarında dolaşabileceklerini, ama uçuruma düşmeden kendi nükleer silahını üretebileceklerini düşündürtüyor. Haklı olabilirler. Hindistan ve Pakistan, İsrail, uluslararası camianın tepkilerine rağmen nükleer silahlarını ürettiler. Kuzey Kore bunu yaparken, kendi halkını bile açlıktan ölüme mahkum etmekten çekinmedi. Bu güne kadar yapılagelmiş uygulamalara bakarak, “sıkıntılara katlanmayı kabul eden bir ülke, sonunda nükleer silahına kavuşur” diyorlarsa şaşmamak gerek. Yine de İran yöneticilerinin kendilerine sormaları uygun olan bir soru var zannediyorum: Acaba İran’ın durumuyla diğerleri arasında bir fark var mı?
Sorunun yanıtının “evet” olduğunu sizler de tahmin edebilirsiniz. Diğer mini nükleer güçlerin silah edinme saikleri savunmacı endişelerle açıklanabilir. Hindistan Pakistan’ı, Pakistan Hindistan’ı dengeliyor. Kuzey Kore anakronistik bir diktatörlüğü korumayı istiyor. Acaba şu anda İran’ın varlığını tehdit eden bir tehlike var mı? Irak’a kendi başına müdahale eden ve görünüşe göre, girdiği bataklıktan nasıl çıkacağını kendi de bilemeyen Amerika’nın İran’da bir harekat yapması beklenemez. İstese de gücü olduğunu söylemek kolay değil. Avrupa ülkeleri ise zaten askeri harekatı uluslararası alanda bir çözüm aracı olarak değerlendirmiyorlar. Bu verilerin ışığı altında, İran’ın nükleer silah edinme saiklerini dar anlamda savunmacı bir çerçevenin dışında aramak gerekiyor. İran’ın davranışlarını yönlendiren hangi gerekçelerdir?
Dünyanın enerji ihtiyacının giderek yoğunlaştığı, enerji fiyatlarının giderek yükseldiği günümüzde, Batı’nın enerji güvenliği de giderek zayıflamaktadır. Rusya’ya artan bağımlılığın Batı Avrupa’da rahatsızlık yarattığı artık açıkça ifade edilir hale gelmiştir. Orta Doğu kaynaklarının güvenilirliği de yüksek değildir. İran’ın nükleer silah edinmesi, bu kaynaklar üzerince Amerika’nın ve Batı Avrupa’nın etkili olmasını güçleştirecek bir gelişmedir.
Amerika’nın önderliğini yaptığı Orta Doğu’yu demokratikleştirme projesi, aslında Orta Doğu ülkelerini demokrasi ve piyasa ekonomisinin egemen olduğu global sistemle bütünleştirme projesidir. Böyle bir değişimin İran’ın İslami rejimi açısından rahatsızlık yaratması tabiidir. Buna karşılık, yöntem konusunda Amerika ve Avrupa ülkeleri arasında farklar bulunsa da, nihai hedef bakımından aralarında pek fark bulunduğu söylenemez. İzlediği politikayla İran, bu projeyi uygulanamaz kılmak istemektedir. Batı Avrupa ve Amerika’nın böyle bir sonucu kolayca kabullenmelerini bekleyemeyiz.