YÜKSEK YERLERDE MİKRO-YÖNETİM DEĞİL YÖNETİŞİM GEREK!
İşletmecilikte mikro-yönetim diye bilinen bir olgu vardır. Üst yönetimin en alt birimlerin yapması gereken işleri kendisinin yapmaya yönelmesini anlatmak için kullanlır. Mikro-yönetim çok özel durumlarda başvurulabilecek bir yöntem olduğu gibi, bazı yöneticilerin kullandığı bir üslup da olabilir. Önce çok özel durumlardan ne anlamak gerekir, ona bir bakalım. Bir iki örnekle konuyu açıklamak daha kolay gözüküyor. Artık pek gerilerde kalan Türkiye’nin büyük döviz sıkıntısı yaşadığı yıllarda kıtlık o düzeye varmıştı ki, en olağan bir döviz tahsisini bile müşteşar, hatta bakan yapıyordu. Lise öğrencisi olarak bir mübadele bursuyla ilk defa yurtdışına gideceğim zaman babamın beni yanına alarak Hazine Müsteşarı’na götürdüğünü, nice diller döktükten sonra elli dolar tahsis alabildiğini bugün bile yakinen hatırlıyorum. Bir lise öğrencisine döviz tahsisi alt düzeyde yürütülecek sıradan bir işlemken, döviz sıkıntısının had safhaya varması sonucunda müsteşar tarafından yönetilen bir sürece dönüşmüştü. 1970li yıllarda benzer durum petrol ithalatında ortaya çıktı. Aldığımız petrolün parasını ödeyemiyorduk. Dolayısıyla, ancak peşin para ile spot piyasalardan petrol alabiliyorduk. Hazine devlet kasasına giren bütün dövizi biriktiriyor, para petrol alacak bir düzeye gelince, Akdeniz’de müşteri bekleyen bir tankere “al paranı, boşalt yükünü” talimatı veriliyordu. Sıradan işlem olması gereken petrol temini, Hazine’nin her ayrıntısı ile ilgilendiği büyük bir meseleye dönüşmüştü. Mikro-yönetimi gerektiren özel durumlar değişik yerlerde ve zamanlarda ortaya çıkabilir. Kentin en güzide yerindeki bir benzin istasyonunda sürekli sorunlar yaşanıyorsa, genel müdürlüğün bir süre yönetime el koyarak sorunun nereden kaynaklandığını, nasıl giderilebileceğini saptaması da bu türden olguya bir örnektir.
Mikro-yönetim bir üslup veya bir felsefe da olabilir. Aşırı merkeziyetçi yönetim felsefemiz mikro-yönetimi öngören bir uygulama geleneği doğurmuştur. Van’ın Özalp ilçesi, Dönerdere köyünün ilkokuluna iki dershane eklenmesi için eğer Ankara’dan izin alınması gerekiyorsa, Ankara Dönerdere İlkokulu’nu fiilen yönetmektedir. Tabii, bir de üslup olarak mikro-yönetim var. Bazı yöneticiler, kendilerine bağlı olan her birimde yapılan her işlemde nihai kararı kendilerinin vermesini isteyebilirler. Tanıdığım bir üniversite yöneticisi, fakültelerinin her birinin ayrı bütçesi olmasına rağmen, en ufak bir harcamanın bile kendisinden sorulmasını ister. Ayrıntı ile uğraşmak vaktinin o kadar büyük bir bölümünü alır ki, kurumunun genel gidişiyle ilgilendiğini sanmıyorum.
Bu konuya nereden geldik? Malumunuz bendeniz işletmeci değilim. Gazetemizde böyle bir yazı yazılması gerekseydi, herhalde önce Yılmaz Argüden dostumuza başvurulurdu. Fakat, mikro-yönetim merakının ülkenin en yüksek siyaset makamın tarafından sıkça tercih edilen yöntem olması dolayısıyla sözün sırası gelmiş gibi gözüküyor. Kim ne yapmış, ne zaman yapmış diye sormaya ihtiyaç duyacağınızı zannetmem. Cumhurbaşkanımız, herhangi bir açıklama yapmak gereğini dahi duymadan, Dış İşleri Bakanlığı’nda görevlendirilen beş müşteşar yardımcısının atamasını onaylamadı. Bunun yol açtığı rahatsızlıklar üzerinde isterseniz hiç durmayalım. Örneğin, basınımızın red gerekçeleri konusunda bir spekülasyona girmesini, atanmaya konu olan her büyükelçi için kişisel bilgileri kamuoyuna aktarmasını görmezlikten gelelim; yadırgamayalım, ayıplamayalım. Ya da, kısa bir süre ince her birinin devleti temsil eden görevlerde bulunan ve kendisini görevlendirdiği büyükelçilerimizi şimdi göreve atamayarak onlara adeta adem-i itimat beyan edilmesinin nasıl bir davranış tutarlılığı oluşturduğunu tartışma konusu yapmayalım. Yine de tuhaf bir durumla karşlılaştığımızı teslim etmek mecburiyetindeyiz.