YANILMAYI ÇOK İSTERİM!

 

 

Prof.Dr.A.İlter TURAN

                                            SİYASET PENCERESİ

Adettendir. Bir yıl sona erdiğinde, biten yılın muhasebesi yapılır, gelecek yıl için beklentiler dile getirilir. Gelin, biz de öyle yapalım ve 2009’da dış politikamızda olanlara ilişkin fikir yürütelim. Geriye bakıldığında 2009’un dış politikamızda bir dönüm noktası olarak anılacacağını sanıyorum. Son yıllarda Türk dış politikasını iki itici güç belirledi.  24 Ocak 1980 kararlarından başlayarak ekonomimizin gelişmesi ve ihracatın refahımız açısından artan önemi, dış politikamızda iktisadi faktörlerin belirleyiciliğini güçlendirdi. 1981-1991 arasında Varşova Paktı’nın çökmesi, Sovyetlerin Doğu Avrupa’dan çekilmesi, nihayet Sovyetler Birliği’nin dağılması ise, İkinci Dünya Savaşından sonra şekillenmiş dünya güvenlik yapısını değiştirdi. Sovyet tehdidinin ortadan kalkmasının sunduğu ortamda Türkiye daha özerk ve çok yönlü bir dış politika şekillendirdi, uygulamaya koydu.

 

            Türk dış politikasındaki değişim, iç ve dış koşulların seyrine bağlı olarak yavaş gerçekleşmiştir. Bulunduğumuz bölgenin netameli konumu dolayısıyla, ülkemiz  dış politikasını uzun vadeli ve sağlam değerlendirmeler sonucu şekillendirmeğe mahkumdur. Nitekim, son otuz yıllık dönemdeki değişmeler, kimin hükümette olduğuna bakılmaksızın istikrarlı bir çizgi izlemiştir.  İktidarının ilk döneminde, AKP de Türkiye’nin  geleneksel dış politika çizgisini sürdürmüştür. Ancak, 2009 yılında bu politikaya yeni bir boyut eklenmişe benziyor: Dini boyut. Konuyu netleştirmek açısından hemen şunu belirtmeliyim. Türkiye’nin 1980’denberi biçimlenen ve uygulamaya konan dış politikasında nüfusunun çoğunluğu Müslüman ülkelerle ilişkilerinin artması, iktisadi ve siyasi alanlarda işbirliğinin güçlendirilmesi yer alıyordu. Bunun hem Türkiye’nin çevresinde barışın tesisi ve sürdürülmesi gibi güvenlikle ilgili, hem de iktisadi ilişkilerin artması gibi refahla açıklanabilecek gerekçeleri bulunuyordu.  Dolayısıyla, AKP hükümetlerinin bu ülkelerle gerçekleştirdiği yoğun temasları, iktisadi işbirliği projelerini dış politikamzıın olağan çizgisinin devamı olarak değerlendirmek doğru olur.

 

            Pekiyi, dini boyut ne demek? Görebildiğim kadarıyla, hükümetimiz özellikle 2009 yılında, ülkemizi Müslüman ülkelerin önderi ve diğer ülkeler nezdinde temsilcisi yapmak, bunu yaparken de dış politikamızda son derece önemli diğer bazı bağlantıları fazla önemsememe siyasetine yöneldi. Bu durumu simgeleyen bazı kritik olayları hepimiz biliyoruz. İsrail’le olan ilişkiler her  geçen gün bozuluyor. İsrail’in Gazze saldırısının savunulması mümkün değil. Ancak, ülkenin liderine hakaretle, her vesile ile ölçüsü kaçan eleştirlerle  nüfusu Müslüman olan ülke kamuoylarında, bu ülke liderlerinin toplayamadığı sempatiyi toplamaya çalışmak, geleneksel dış politika çizgimizden dini eksenli bir uzaklaşamaya benziyor. Keza, İran’ın nükleer çabalarını tabii bulmak, eleştirmemek, liderlerine onların bile yadırgadığı düzeyde samimiyet göstermek aynı sendromun parçası. Ya Darfur katliamlarının tertipçisi el-Beşir’i Müslümanların adam öldürmeyeceğini ileri sürerek yüceltmeye ne demeli? Somut çıkar ilişkilerinin yerini alabilecek bu yeni çizgi, ülkemizin iç ve dış siyasetinde kapsamlı sorunlara beraberinde getirecektir. Ülkemizi güçlendirmeyecektir. Teşhisimde yanılmayı yürekten isterim,  ama yanılmama şansım galiba yüksek.

 

OKUYUCULARIMIN YENİ YILINI KUTLUYORUM.

 

 

Sitemizde yayınlanan makale, yazı, döküman, dosyalar ve resimler izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Copyright © 2014 Ruyiad Tüm Hakları Saklıdır.
Sitemap