İNTİHAL
“İntihal” günlük konuşmalarımızda sık kullandığımız kelimeler arasında yer almaz. Tahminimce, kelimenin ne manaya geldiğini bilmeyen kişiler de az değildir. Zaman zaman haberlerde boy gösterir. Ortaya çıkış sebebi genelde üniversite içi geçimsizliklerde bir tarafın diğerini bu fiili gerçekleştirmiş olmakla suçlamasıdır. Suçlamaların ardından ne olduğu pek dikkati çekmez. Galiba genelde pek birşey de olmaz. Ancak “intihal” olayı üzerinde hepimizin düşünmesi gerekiyor, çünkü vahim ve çok boyutlu bir sorun ile karşı karşıyayız. Konu sadece bir ahlak sorunu değil, ciddi bir yetmezlik sorunu. Fakat ne kamuoyu ne de mesleklerinin gereği yazıp çizenler, üniversite mensupları da dahil olmak üzere, konuya yeterince ağırlık verir gibi gözükmüyorlar.
Kelimenin anlamını son günlerdeki gelişmeler dolayısıyla daha önce bilmeyenler dahi öğrendiler ama izninizle ben yine hatırlatayım. İntihal, bir kişinin başkalarına ait olan fikirleri, bilgileri sanki kendisi üretmiş gibi takdim etmesi, esas kaynağı zikretmemesidir. Bu fiili gerçekleştiren bir kişi, sadece bir başkasının “hakkını yemiş” olmuyor, bu haksız iktisabın getirebileceği maddi ve manevi kazançları da kendi kar hanesine yazabiliyor, yeter ki yakalanmasın! Yakalanma ise bazen tesadüf, çoğu zaman ise temel endişesi bilim ahlakı olmayan kişilerin verdikleri bir uğraş sonunda elde ettikleri sonuç. Halbuki, iki nedenden dolayı olay üzerine eğilmemiz gerek. İlk neden ahlaki, ikincisi ise ülkenin bilim gücü ile ilgili.
Önce ahlaki soruna eğilelim. Bir bankanın ya da şirketin kasiyeri, kendisine emanet edilen paraları çalıp kendi parasıymış gibi kullansa, bunun hırsızlık olduğu konusunda kimsenin bir tereddüdü olmaz. Parayı zimmetine geçiren kişinin görevine devam etmesi düşünülemeyeceği gibi, bu kişiye gelecekte de para emanet edilmez. Aslında “intihal” de pek farklı bir olay değil ama, toplum olarak üretilen bilgiyi kaynağını göstermeden kullanmanın pek yanlış bir iş olduğunu düşünmüyoruz. Aynı tutumu diğer benzer alanlarda da sergilediğimiz bir gerçek. Biliyorsunuz, uzun süreler gerek Amerika gerek Avrupa Birliği, fikri hakları daha ciddi korumamız konusunda ısrarcı oldular, hatta bunu yapmadığımız takdirde yaptırımlara başvuracaklarını bildirdiler. İkna olduk mu bilmiyorum ama, yeni yeni ciddi bazı uygulamalar yapıldığı görülüyor. Belki zaman içinde fikri haklara saygının gerekliliğini, bu arada “intihal”in de kabul edilemeyecek bir davranış olduğu anlayışını benimseriz.
İntihal salt bir ahlaki sorun olmakla da kalmıyor. Başkalarının ürettiği bilgi ve düşünceleri aktararak işlerini yürütebileceğini düşünen insanlardan oluşan bir eğitim kadrosunun bunları kendisinin yapması gerektiğine ilişkin motivasyonları kalmaz. Kendilerini araştırma yapacak, bilgi üretecek biçimde yetiştirmeleri, donanım ve becerilerini geliştirmeleri faydasız çabalar olarak gözükmeye başlar. Halbuki, özgün bilgi üretebilmek bir toplumun temel güç unsurlarından biridir. İhtiyaç duyduğu bilgileri üretecek kadroları olmayan bir toplum zayıftır, başkalarının ürettiği bilgilere muhtaçtır. Bilgi çağında olduğumuzu söyleyip duruyoruz. Eğer öyle ise, bilgi üretmeyi teşvik etmeyi, bunu zayıflatan olgularla da mücadele etmeyi şiar edinmeliyiz.
Dile getirdiğim hususlar bilinmeyen şeyler değil. Pekiyi, neden intihal sorunu ile karşı karşıya kalıyoruz? Bazı insanlar ahlaken zayıf olur türü bir açıklama galiba yeterli değil. Toplumun sorunu fazla ciddiye almadığını, kopya çekmenin sakıncalı bulunmayıp sadece yakalanmamak gerektiği düşüncesinin itibar gördüğü bir toplumda yaşadığımıza da yukarda işaret ettik. Başka bir ifade ile, bir kültür sorunu mevcut. Sanıyorum, bunların ötesinde bir sorun daha da var. Bilgi üretmeyi teşvik etmediğimiz gibi, bilgi üretmeyi bilmeyen çok sayıda akademik meslek sahibi insanımız var. Bunlar bilginin başkaların ürettiklerini derlemek olduğunu zannediyorlar. Dolayısıyla, intihal bu zevata pek yadırganacak bir iş gibi gözükmeyebiliyor. Bu kişiler, yine kendileri gibi özgün bilgi üretmeyi bilmeyen kişiler tarafından yetiştiriliyor, mesleğe girip terfi ediyorlar, sonra kendileri de böyle kişiler “yetiştirmeye” başlıyorlar. Sizler de izlemişsinizdir, bazen daha lisans dersi verecek hocası olmayan kurumlar, kişiye araştırmacı, bilgi üreticisi olmayı öğretmesi beklenen doktora programları açıp, olsa olsa kendi kurumlarında ders verebilecek, kendi başına araştırma yapamayacak elemanlar yetiştiriyorlar. Böylece intihali doğuran şartlar yeniden üretilmiş oluyor.