DEĞİŞİME UYUM SAĞLAMAYAN VARLIĞINI SÜRDÜREMEZ!
Geride bıraktığımız hafta dış siyasetimiz açısından çok hareketli geçti. Aynı gün içinde bir yandan Fransız Meclisi Ermenilerin soykırıma uğramadığını söylemenin suç olduğuna dair bir yasa tasarısını kabul ederken, diğer yandan yazar Orhan Pamuk’un Nobel Edebiyat ödülüne layık görüldüğü açıklandı. Bu iki olay üzerinde o kadar çok şey yazıldı ki, ben de bu sütunda aynı konulara eğilen bir yazı ile vaktinizi almak istemem. Fransız Meclisi’nin kararı, süreç iyi yönetilebilirse, Türkiye’nin lehine bir ortam yaratır. Böylece, hem Fransa bu tasarıyı yasalaştıramaz, hem de Ermeni lobisinin, kendi bencil hesapları için demokrasi ve insan haklarını hiçe saymaya hazır olduğu ortaya çıkar. Hatta bakarsınız birkaç gazeteci, “sahi ne olmuştu” diye sorarlar. Bu üzücü olayların tek taraflı bir kötülük yapma işi olmadığını, çok uluslu Türk imparatorluğunun sona erme aşamasında, her ulusun birbirinden toprak kapmak niyetiyle insanlığa yakışmayan işler yaptığını, sadece Türklerle sınırlı kalmayan daha geniş bir vicdan muhasebesinin yapılması gerektiğini ortaya çıkarırlar. Orhan Pamuk’un ödülüne gelince, Nobel Edebiyat ödülü alanlar listesinde bir Türk’ün yer alması sevinç vesilesi olmak gerekir. Evet ödül sahibi yazarımız, biraz da kendini beğenmiş bir üslupla pek iyi düşünülmemiş, sağlam bilgiye dayanmayan beyanlarla ülkesini, ulusunu dünya kamuoyuna şikayet etmiştir. Milletimizin önemli bir bölümü kendisine kırgındır. Ancak, bir süre sonra bu ortam unutulacak, Nobel ödülü listesine bakanların göreceği tek şey bir Türk yazarının ödül aldığı olacaktır.
Dış dünya ile ilişkilerimizdeki gelişmelerden herkes söz ededursun, ülkemiz, şayet devam edecek olursa, gelecekte önemimi daha iyi kavrayacağımız bir başka gelişmeye sahne oluyor. Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Mehmet Ağar, geçmişine bakılınca kendisinden beklenmeyecek ölçüde yenilikçi bir siyaset yaklaşımı sergiliyor. Görülebildiği kadarıyla da, yıldızı yükseliyor. Sizlerin de izlediği gibi, Mehmet Ağar, gerek iç gerek dış meselelerde giderek daha ılımlı ve pragmatik bir çizgiye ulaşmak çabasında. PKK terörünü sona erdirmek için affın düşünülebilecek bir yol olduğunu açıkladı. Toplumun dindarlık-laiklik ekseninde ortadan çatlamasını istemiyor, Silahlı Kuvvetlerimizin önde gelen yetkililerinin güncel siyaset hakkında demeç vermelerini onaylamadığını ifade etti. Dış politikada da aynı ılımlı yaklaşımı
benimsiyor. Bu değişiklikler Sayın Ağar ve partisini güçlendirir mi, iktidara taşır mı, bunları bilmiyoruz. Ancak bunlardan kaçınmanın partisine ve şahsına bir fayda getirmeyeceğinden emin olabilirsiniz. 2002 seçimlerinde yeni bir ses gibi gözüken Adalet ve Kalkınma Partisi’nin sağladığı başarı, diğer partilerin seçmen katında inandırıcılığını yitirmelerinden ileri geliyordu. AKP yenilikçi ve inandırıcı gözüküyordu. Yaklaşımlarında herhangi bir değişikliğe gitmeden, seçimi kaybeden partilerin seçmen nazarında yeniden denenmesi uygun birer seçenek olarak düşünülmeleri için sebep yoktu. Nitekim, kamuoyu araştırmaları da, iktidar partisinden şikayetlerin artmasına rağmen, muhalefet partilerinin güçlenmediğini gösteriyordu. Hernekadar muhalefet partilerimiz bu gerçeği kabullenmekte zorluk çekiyorlarsa da, kendilerini yenilemeden güçlenmelerinin olanaksız olduğu, zaman ilerledikçe daha iyi anlaşılacaktır.
Yenilenmeden kasdedilen nedir? Yönelttiğiniz kişilerin herbiri soruyu başka türlü yanıtlayabilir. Ben de kendi gözlemlerimi sizlere aktarayım. İki konu bana önemli görünüyor. İlkin, toplum ideolojiye dayalı siyaset istemiyor. Uzlaşmayı ön plana çıkaran, özellikle iktisadi refaha önem veren ve öncelik tanıyan bir yol izlensin istiyor. Sorunların ideolojik düzeye tırmandırılmasını benimsemiyor. Güncel sorunlara çözüm üretilmesini bekliyor. Muhalefetimiz ise, kendince “doğru” olan fikirleri egemen kılmayı esas almış durumda. Demokrasiyle yönetilen toplumlarda, “doğru fikrin” egemen olması türünden bir sonucun sağlanması çok zor. Birbirinden farklı istekleri olan seçmenlerden her birinin dertlerine cevaben birşeyler üretilmesi gerek. Bu da gerçekleştirilmesi istenen fikri tutarlılığı ve mükemmeliyeti olanaksız kılar. Tabii, sorunlar da yerinde duruyor. İkinci olarak, muhalefetimiz, iktidarın yaptığına mutlaka karşı çıkmanın muhalefet işlevinin gereği olduğuna inanıyor. Bunun sonucunda, iktidarımız muhalefetimizin daha önce savunduğu bir öneriyi benimseyecek bile olsa, muhalefet karşı çıkmak mecburiyetini hissediyor. Ya da kendi düşüncesine uygun bir tasarı önerilse dahi, kendisini itiraz etme baskısı altında hissediyor. Tutarsız, çelişkili bir muhalefet de seçmen katında inandırıcı bulunmuyor.