A.İlter TURAN
SİYASET PENCERESİ
Gün geçmiyor ki, çevremizde yeni bir kriz çıkmasın. Şimdi de sıra uzun süredir kaynamakta olan Yemen’e geldi. Bu ülkede savaş başladı, sürüyor. Çoğu Orta Doğu ülkesinde olduğu gibi, iç ve dış çatışmalar iç içe geçmiş vaziyette. Tarafların her birinin ülke dışında hamileri var. Çatışmalar uzun uğraşlar verilerek varılan bir anlaşmayla sona erdirilebiliyor. Fakat çatışan taraflar bu anlaşmaları sürekli barışı sağlayacak araç olarak değil, bir sonraki çatışmaya daha iyi hazırlanmaları için bir mola telakki ettiklerinden, sonunda kavga yeniden başlıyor.
Bu kavganın altında neler yatıyor? Türkiye ve Mısır bir yana bırakılacak olursa, Maşrık’ta (Suriye, Irak, Lübnan vs.) ve Arap yarımadasındaki ülkelerin hemen hepsinde mezhep siyasi kimliğin ve örgütlenmenin temelini oluşturuyor. Mezhep kimliğini aşan, farklı mezhep mensuplarını ulusal toplum olarak biraraya getiren bir anlayış yok. Siyaset mezhep egemenliğini kurmak veya korumak için yapılıyor. Bunun tabii sonucu ise otoriter rejimler. Eğer siyasette egemen unsur sayısal olarak azınlıkta ise, görevde kalmak için otoriter bir sisteme ihtiyaç duyuyor. Saddam, Esat rejimleri bu nitelikteydi. Eğer egemen unsur çoğunluk mezhebiyse, iki nedenle yine otoriterliğe yöneliyor. İlkin, yönetim farklı mezhepten olmayanları siyasi bağlılıklarına güvenmediğinden, onları ezmeğe çalışıyor. İkinci olarak, mezhepsel muhalefetin iktidar şansı olmadığından, onlar da siyasette olağandışı yöntemlere (örn. suikast) yöneliyorlar. Bu da rejimlere demokrasi yerine güvenliğe öncelik vermeyi meşrulaştırıyor. Maliki döneminin Irak’ı bunun tipik örneği.
Mezhepsel politikanın aşılması zordur. Lübnan siyasi görevleri mezhepler arasında paylaştırarak hassas bir denge kurmuştu ama demografik değişim ve Arap milliyetçiliği bu sistemin işlemesini zorlaştırdı. Lübnan iç savaşlar yaşadı. Bugün de siyasi istikrarı pamuk ipliğine bağlı. Tabii, bir de laikleşme yoluyla sorunları aşmak var ama herkesin mezhep çerçevesinde düşündüğü bir ortamda laikleşme çok uzun bir yol. Üstelik kısa vadeli acil durumlar, mezhep çerçevesinin dışına çıkarak düşünmeyi zorlaştırıyor.
Biliyorsunuz, Avrupa uzun yıllar mezhep temelli savaşlar yaşamış, bu işten herkesin zararlı çıktığı ve mücadelenin kesin bir sonuç getirmeyip sadece acıları uzattığı görüldükten sonra barış gelmiştir. Orta Doğu’daki mücadele ne kadar sürer ve nasıl sonuçlanır bilinmez ama karşımızda bir barış anlaşmasıyla bitecek basit bir savaş varmış gibi gözükmüyor. Sonuçları ulusal çıkarlarını da etkileyeceği için Türkiye bu mücadeleye kayıtsız kalamaz. Ancak yapmaması gereken şey, kendi dış politikasını mezhep temeline oturtmasıdır. Biz siyasi toplumumuzu ulus olarak inşa etmeyi ve laikleşmeyi nispeten başarmış bir ülkeyiz. Bunun kıymetini bilmemiz ve korumamız, iç ve dış barışımızın birinci şartıdır.
CAPTION: Türkiye, sonuçları ulusal çıkarlarını da etkileyeceği için Orta Doğu’nun mezhep temelli mücadelelerine kayıtsız kalamaz. Ancak yapmaması gereken şey, kendi dış politikasını mezhep temeline oturtmasıdır.