Prof.Dr.A.İlter TURAN SİYASET PENCERESİ Son haftalarda dikkatlerimiz dış siyasete çevrildiğinden, iç siyasetimiz üzerinde durmaz olduk. Aslında ülke içinde uzun süredir devam eden gelişmeler vehamet arzediyor. Bunların arasında beni en çok endişeye sevk edeni yargının durumudur. Hayır, mahkemelerin yükünün ağırlığından, yargıçlarımızın önlerindeki dosya sayısının baskısıyla dosyaları yeterince incelemeden karar vermelerinden, her davanın temyize gönderilmesinden ve birçoğunun temyizde bozulmasından, adaletin gecikmiş olarak tecelli etmesinden söz etmiyorum. Tabii, o sorunlar var, onların üzerine de eğilmek gerekiyor. Çözülmesi kaynak tahsisi ve sebat gerektirir ama siyasi irade sorunu çözeceğim derse halledebilir. Yargıç ve mahkeme sayısı arttırılabilir, bugün mahkemeye intikal eden sorunların bazılarının yargıya gelmeden halli için formüller geliştirebilir, yargıçların görev içi eğitimini güçlendirebilir, işlerin hzlandırılması için teknik donanım ve destek personeli arttırılabilir ve burada sayamayacağımız nice yöntemle sorunların giderilmesine gayret edilebilir. Beni rahatsız eden iki konu var: toplumun aslında yargıya havale edilmemesi gereken meseleleri yargıya havale ederek, meselenin halline değil, yargının zayıflamasına yol açması ve yargının da kendi içinde işlerini hukuka uygun olarak yürütmekte sergilediği başarısızlık. Birinci konunun özünde cumhuriyetin ilk dönemlerinden beri gelen ve yargıya adalet dağıtma yanında devleti koruma görevinin de verilmiş olması yatıyor. Aslında, toplumda herkesin adaletin iyi dağıtıldığına, hakkın yerini bulacağına inanması, bence zaten devletin korunması demektir. Bunun ötesinde devleti korumaya yönelmek, kendini siyasetçiler yerine koyarak milli çıkarın ne olduğuna karar vermek yargının işi değildir. Ama zaman zaman böyle olaylarla karşılaştığımız görmek zor değil. Muhalefet partilerimiz ise her konuyu, itirazlarının hukuki temellerinin sağlamlığına bakmadan, yargıya götürmek temayülünde. Bazen çıkan kararlar yadırganabiliyor. İkinci konu, yargının kendi içinde cereyen eden fakat dışa vuran uyumsuzluklar ve mücadeledir. Bir cemaat hakkında tahkikat başlatan bir savcımızın tutuklanması, bilahare hangi mahkemede yargılanacağı konusunda cereyan eden mücadele, evrakın Türkiye turları, tam bir yönetişim faciası olarak karşımıza çıkıyor. Ergenekon, Balyoz gibi davalarda insanların tutuklanış biçimlerinden, neyle suçlandıklarını bilmeden belirsiz süreler bekletilmelerine uzanan uygulamalar bir hukuk devletinde nasıl değerlendirilir, takdiri sizlere bırakıyorum. Ancak, yargıçların ve savcıların birbiri ve kurumlar hakkında yaptığı değerlendirmeler, yargı içinde büyük bir mücadeleyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Yargının temellerinin sarsılması karşısında, siyasilerimiz endişeye kapılmalıdır. Yargının siyasi sürecin dışında işlemesi lazımdır. Profesyonelliğini koruması lazımdır. Siyasi meşrebine bakılmaksızın, her vatandaşımızın güvenini koruması lazımdır. Oysa siyasilerimiz gamsızdır, mücadele ettikleri konular arasına yargıyı da eklemişlerdir. Herkesi sakinleştirerek, yargıyı himaye etmesi gereken Sayın Başbakanımız, siyasi iktidarının yargı tarafından sınırlandığı fikrini kabulde zorlandığından, yargıya saldırının öncülüğünü yapmaktadır. Bir kurumu elbirliğiyle çökertmeye uğraşıyoruz. Hepimizin enkazın altında kalacağı aklımıza gelmiyor. Yargımızı yıkmaya değil, sağlamlaştırmaya çalışalım. Bu, iktidari ve muhalefetiyle, ulusal bir görevdir.