KURALLAR, KURUMLAR DEVLETİ BENİ İYİMSER YAPIYOR!
Başbakanımızın siyasete sade bir yaklaşımı var. Kimin tarafından söylendiğini bildirmeden bazı sözlerini alsanız ve acaba bunları kim söylemiş olabilir diye insanlara sorsanız, çoğunluk böyle sözlerin bir başbakan tarafından söylenmiş olacağını aklına bile getirmez. Bir kıraathanede sohbet sırasında söylenmiş olabileceğini düşünenler çoğunlukta dahi olabilirler. Eğer aynı sözler uzmanlar tarafından değerlendirilse, bu sözleri söyleyen kişinin, üzerinde konuştuğu konulara yeterince aşina olmadığına ve bilgilendirilmeye ihtiyacı olduğuna hükmedebilirler. Eğer söylediklerimi tereddütle karşılıyorsanız, size hemen bir örnek vermeğe hazırım. Son günlerden birinde Başbakanımız, Cumhurbaşkanımızın irticanın geri gelmesi tehlikesine işaret etmesi karşısında sert bir çıkış yaptı, “Bu memlekette dindar olanların da siyaset yapmaya hakları” olduğunu söyleyiverdi. Sayın Sezer’in çıkışına katılabilir ya da onu isabetli bulmayabilirsiniz. Düşüncesinin içeriğine katılabilir, üslubuna itiraz edebilirsiniz. Buna karşılık, Sayın Erdoğan’ın değerlendirmesine katılmanın olanaksız olduğunu söylemek için ayrıntrılı düşünmeye ya da bilgili olmaya ihtiyaç olduğunu sanmıyorum. Nedeni basit: Ülkemizde kişilerin seçmen sıfatı kazanmasında, siyasi partilere kaydında, siyasi görevlere aday olmasında, siyasi diye nitelendirilebilecek herhangi bir faaliyette bulunmasında kişinin dindarlığı ile ilişkilendirilebilecek herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. Yanılmıyorsam, başbakanımızın başında bulunduğu siyasi parti dindarlık düzeyi yüksek insanlarımızın oylarının büyük bir bölümünü alarak iktidara gelmiştir. Kısacası, kendini dindar olarak niteleyen herhangi bir vatandaşımzın siyaset yapması serbesttir.
İnsan merak etmeden duramıyor! Eğer dindar vatandaşların siyaset yapmasına engel yoksa, şikayet konusu nedir? Bu noktada galiba önemli bir sorunla karşı karşıyayız. Evet, dindar vatandaşlarımızın siyaset yapmasına engel yoktur ama dindar vatandaşlarımızın, çoğunlukta olsalar bile, kendi inançlarını kamu politikasına dönüştürmelerine anayasal engeller bulunmaktadır. Kişilerin inançlarını kamu kuralına dönüştürmek hem anayasamızın laiklik anlayışına hem de bireysel özgürlüklerden vicdan özgürlüğüne, bir başka açıdan da anayasamızın eşitlik ilkesine aykırı bulunmaktadır. Şayet başbakanımızın itirazı bu durumdan kaynaklanıyorsa, maalesef bir rejim sorunu ile karşı karşıya olduğumuzu teslim etmek gerekecektir. Ben Sayın Başbakanımızın son
zamanlarda sıkça yaptığı gibi, kızgınlığa kapılıp maksadını aşan ifadelere başvurduğunu, iyi tasarlanmamış cümleler kurduğunu düşünüyorum. Bu sözlerin kendi seçmenleri arasında memnuniyetle karşılanacağını düşünmüş ve populizm heyecanına kapılmış da olabilir. Bu tür popülizmin yabancısı sayılmayız. Bir zamanlar bugün laiklik savunucusu kesilmiş başka politikacıların, sanki bu zaten mümkün değilmiş gibi, “Türkiye’yi göğsümü gere gere Müslümanım diyebileceğim bir ülke yapacağız!” türünden samimiyetsiz beyanları hala hatırlardadır.
Eğer, başbakanımızın beyanı bir kızgınlık anında söylenmiş sözler ise konuyu unutalım mı? Ben unutmaktan ziyade, başbakanımızı izlemeye devam edelim önerisinde bulunacağım. Açıklayayım: Görebildiğim kadarıyla Başbakanımızın zihni yapısını cemiyet değil, cemaaat anlayışı şekillendirmektedir. Cemaat anlayışında ön planda gelen birey değil, topluluktur. Herkes için eşit derecede geçerli evrensel kurallar yerine, gruplara dönük, özel, rasyonellikten uzak kurallar geçerlidir. Kişinin kimlerden olduğu, mensup olduğu grubun özellikleri ve benzeri nitelikler onun toplumdaki yerini belirler. Cemaat üyesinin birey olarak sahip olduğu haklar ve özgürlükler pek anlamlı gözükmezler. Herkesin aynı niteliklere sahip olduğu, ortak değerleri aynen paylaştığı anlayışı peşin kabul görür. Örneğin, cemiyet ortamında dini inanç ve gereklerinin yerine getirilmesi bireyin iradesine bırakılmış gözükürken, cemaat ortamında kişinin dini vecibelerini yerine getirip getirmediğini denetleme ve yerine getirmeyenlere yaptırım getirmeyi cemaat iş edinebilir. Bunu yapmakta bir sakınca görmeyebilir. Ya da cemiyet anlayışında bireyler arasında inanç farkları olabileceği, hatta aynı inançta olduğu söylenenlerin bile bunu farklı biçimlerde yorumlayabileceği, dolaysıyla din öğretiminin aileye bırakılmasının uygun olacağı anlayışı daha kolay kabul görürken, cemaatçi ortamda “Canım, nasıl olsa hepimiz Müslüman değil miyiz, çocuklarımızın okulda dinlerini öğrenmesi fena mı olur” türünden zorlamalar tabii karşılanır. Ya da, örneğin, herkesin oruç tutacağı veri kabul edilerek, Ramazan’da hiçbir yerde kahvaltı ve öğle yemeğinin verilmemesi tabii karşılanabilir.