TOPARLANMA ZAMANI GELDİ
siyaset penceresi
İlter TURAN
Temsil ettiği düşünce çizgisine yakınlık duymayanların bile teslim ettiği bir husus var. Hükümetimiz icraatinde beklenmedik düzeyde başarı sağladı. Esasları kendisi iktidara gelmeden önce belirlenmiş olsa da, iktisadi reform programınını uyguladı. Semeresini de almaya başladı. Enflasyon düştü. Türkiye’ye uluslararası piyasalarda duyulan güven arttı. Türk devlet tahvilleri yok satıyor. Yabancı yatırımcıların ülkemize ilgisinin arttığı ve özellikle hukuk düzeninde bir kısım iyileştirmeler yapılacak olursa, yabancı yatırımların artacağı keşinleşmiş gibi. Dış politikaya dönecek olursak, Avrupa Birliği ile üyelik müzakerelerini başlatmak yine bu hükümete nasip oldu. Yolun sıkıntılı olması bekleniyor. Kimileri, başbakanın Brüksel’de çok ödün verdiğini ileri sürüyor. Fakat, en son tahlilde, çoğu kişi müzakerelerin başlamasına karar verilmesinin önemli olduğunu, aksi bir sonucun çok daha olumsuz karşılanacağını teslim ediyor. Rusya ile ilişkilerimiz daha önce öngöremediğimiz kadar olumlu bir gelişme çizgisine oturmuş durumda.
İç ve dış ilişkilerin bugünkü seyrine bakarak, geleceğe umutlu ve iyimser yaklaşmak mümkün. Ancak, iyimser olalım derken önemli bir noktayı gözden kaçırmamalıyız. Hükümetin bugüne kadar uyguladığı politikaların başarısı, önceliklerin iyi belirlenmesi ve kararlılıkla uygulanmasının bir sonucu idi. Durumun devam etmesi isteniyorsa, aynı tutumun devam etmesi gerekecektir. Son günlerde bu kararlılığın aşındığına ilişkin belirtiler çoğalmaktadır. Hükümetimiz ise, bu ana kadar sağladığı başarının verdiği güvenle, eleştirilere ve tavsiyelere kayıtsız kalmakta, eylemlerini bir öncelikler sırasına göre gerçekleştirmesi gerektiğini unutmakta, ekonomi ve siyasette belirlenmiş ana politikalarla ne kadar uyum içinde olduğu belli olmayan işler yapmakta, programsız olduğu izlenimi veren bir dağınıklık sergilemektedir. Bilindiği gibi, gerek iktisatta gerek dış politikada güven sağlamak uzun uğraşlar gerektirir, buna karşılık, güveni yitirmek için az sayıda hata yeterli olabilmektedir. Bu tabiidir. Güven demek, bir hükümetin neleri yapabileceğinin ve yapmayacağının belirli sınırlar içinde öngörülebilmesi demektir. Öngörülemeyecek davranışların sergilenmesi, güvenin yitirilmesini getirir.
Neler oluyor, gelin birlikte bakalım. İktisadi alandaki başarının anahtarı olan mali disiplinin bozulmasına ve bütçe açıklarına yol açacağı kesin olan bir dizi program devreye sokulmak istenmektedir: Bunun en bilinen örneği giderek artan sayıda ile yatırım teşviği verilmesidir. Biliyorsunuz, il sayısı önceleri daha azdı. Ben de isterim diye sesini yükselten illerin baskısı ile sayı yükseldi. Bakarsınız, şu veya bu gerekçe ile kendisinin de listeye alınması konusunda direten yeni iller de ortaya çıkar ve hükümetimiz dayanamaz. Bir kısım sosyal tedbirler de yeni masraf kapıları açacağa benziyor. Görebildiğim kadar, başbakanımz bazen üzerinde fazla düşünme fırsatı bulamadan bir takım cömertlik jestleri yapıyor, sonra da yardımcılarına parayı bulun diyor. Onlar da giderek toplanabilirliği şüpheli, ekonomiye zararı faydasından fazla bir dizi çözüm bulmaya yöneliyorlar.
Biliyorsunuz, belirli faaliyet alanlarını düzenleyecek, gündelik siyasi baskılardan bir miktar korunmuş kurullar iktisadi hayatımıza girme yolunda. Bunlar henüz yerleşmeden siyasi otoriteye daha bağımlı hale getirilmeleri için girişimler var. İktisadi faaliyete siyasi mülahazalarla yön vermenin iyi bir yol olmadığını görmek için derin bir uzmanlığa gerek yok. Buna karşılık IMF’e yapılacağı taahhüt edilen bazı işler geciktiriliyor. Hernekadar hükümetimiz geçmiş hükümetlerin bazen yaptığı gibi, IMF’e kafa tutma havaları estirmiyor ama yeni bir anlaşma yapılması üzerinde ciddiyetle durulmadığı izlenimi yaygınlaşıyor. Eğer, bir vade sonunda anlaşma imzalanmazsa, bunun yaratacağı güven bunalımı sanılandan fazla olabilir. Örneğin, ülkemize yatırım yapmaya başlayan fonlar ülkeyi terkedebilir. Kredi faizleri yükselebilir. Örnekleri uzatmaya gerek yok. İktisadi politikayı populist tedbirlerle zaafa uğratmanın maliyetlerinin ne kadar yüksek olduğunu Türkiye’den daha iyi bilen toplum sayısı sanıyorum pek azdır.
Gelelim iç ve dış siyasete. 3 Ekim’de AB ile müzakerelere başlanması için kadroların teşkil olunması gerekiyor. Bunların hazırlık yapması, stratejiler belirlemesi zorunlu. Gel gör ki, henüz herhangi bir sonuçtan çok uzağız. Türkiye’nin etrafında sıkıntılı gelişmeler yaşanıyor. Irak, İran, Kıbrıs ilgimizi sürekli canlı tutmamız gereken sorun alanları. Başbakanımız ise getirisini değerlendirmek pek kolay olmayan bir tsunami bölgesi ziyaretine geniş zaman ayırdı. Buna karşılık, meşguliyetleri dolayısıyla kimle mülakat yaptığını ve neler dediğini unutmuş olacak, bir Alman gazetecisi ile tatlı olmayan bir tartışma yaşandı. Üstelik söyledikleri içerde kendisine duyulan güveni zayıflatabilecek .
Hükümetimiz sıradanlaşan, eski hükümetleri andıran bir yola giriyor gibi. Kararsız, dağınık, uzun vadeli düşünceden yoksun bir görünüm kazanmaya başladı. Toparlanması lazım. Şimdilik olayın başında olduğumuzdan, toplarnma fırsatı var. Ancak bunu kullanır mı? Emin olamıyorum. Hep birlikte göreceğiz.