DÜNYA DEVLETİ OLMAYI DÜŞE KALKA ÖĞRENİYORUZ

 

Prof.Dr.A.İlter TURAN

                                            SİYASET PENCERESİ

 Balyoz tartışmalarına kilitlendiğimiz dönemde yurtdışına çıkmak, yuvarlandığımız ortamın uzağından Türkiye’nin nasıl göründüğünü anlamak için fırsat oluşturuyor. Stockholm’da toplanan Üçlü Strateji Grubu’nun toplantısında kimse Türkiye’nin iç siyasetindeki sıkıntıların sözünü etmedi. İçte yaşanan güçlüklere karşın, Türkiye dünya sistemi içinde belirli bir gelişme çizgisinde ilerliyor. Amerika ve Avrupa Birliği’ndeki düşünce kuruluşları, basın, dış işleri mensupları Türkiye’nin dış politikasını irdelemeye, anlamadıkları taraflarını çözmeye, çevresindeki bölgelerde barış ve istikrarın kurulması, gelişmesi ve sağlamlaştırılmasına nasıl katkı yapabileceğini değerlendirmeye çalışıyorlar. Nasıl biz kendi hükümetimizin izlediği dış politikayı doğru yorumlayabilmek için eksen kayması var mı yok mu anlamak, dış politikanın bir alanında yaptıklarımızın diğer alanlardaki etkilerini kestirmek, siyasi liderlerimizin söylediklerinin ne kadarı söylem ne kadarının dış siyasetin gerçek yönünü ifade ettiğini değerlendirmek istiyorsak, AB ve Amerika’dan gelen dostlarımız da aynı şeyi yapmağa çalışıyorlar.  

             Tartışmalarda, geçmişten çok farklı bir havanın egemen olduğu hissediliyor. Artık Türkiye’nin Batı İttifakı’nın pasif bir üyesi olmaktan ziyade, ittifakın politikalarının belirlenmesinde katkısı olan, bunun yanında kendisine hareket alanı yaratan bir ülke olduğu ve böyle olmağa devam edeceği kabul gören bir görüş. Bunun ötesinde, bazı konularda Türkiye’nin ittifaka önerdiği yaklaşımların, diğer ülkelerin uyguladıklarına nazaran daha başarılı olduğu da kabul görüyor. Örneğin, Afganistan’da Türk askerinin silah kullanmak yerine topluma hizmet getirmeyi vurgulaması, hatta Filistin-İsrail görüşmelerine Hamas’ın da katılmasının sağlanması gayretinin isabeti teslim ediliyor. Buna karşılık, İsrail’e karşı kullanılan dil, hükümetlerin uyguladığı politikaların eleştirilmesi yerine toplumu suçlayıcı yaklaşımların dillendirilmesi yadırganıyor.

 

            Bu tür toplantılara toplumumuzda kuşkuyla yaklaşan kişiler az değildir. Her sene onlarcası yapılan bu tür konferanslarda ülkemizin kaderinin belirlendiğini sananlar var. Ülkemizi küçümseyen ve dış dünyanın ülkemizin kaderini belirleyebileceğini varsayabilecek kadar dar ufuklu bu tür yaklaşımlar, tartışmayı esas alan toplantıların esas işlevini de gözden kaçırıyor. Dış politika yapımcıları, işlerini yaparken ne kadar çok bilgiye sahip olurlarsa, belirledikleri politikalar da o kadar daha isabetli olur, yanılma şansı azalır. Yaptıkları tercihlerin muhtemel sonuçlarını öngörmeleri kolaylaşır. Dolayısıyla, ülkemizin muhtelif düşünce kuruluşlarının benzer toplantılar düzenlemeleri, güçlenen ülkemizin aslında ihtiyaç duyduğu bir yaklaşımdır. Stockholm toplantısına German Marshall Fonu, İsveç hükümeti yanında TÜSİAD’ın da katkıda bulunması, belki de bu yönde ilerlemeye başladığımızı kanıtlayan bir göstergedir.

 

            Stockholm’da otele dönünce televizyonları açıyorum. Haber kanallarında Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu hakkında uzun haberler, yorumlar yer alıyor. Başbakanımız geçen sene katıldığı oturumun yönetilişine kızınca salonu terketmiş ve her nedense, gereği yokken, Davos’a bir daha gelmeyeceğini ifade etmişti. Sözünü tutuyor. O gitmeyince bakanlar da gitmediler. Tabii, boşluk başkalarınca dolduruldu. Türkiye anılmaz oldu.

 

Dünya devleti olmayı öğrenirken kah düşüyor, kah kalkıyoruz.

 

Sitemizde yayınlanan makale, yazı, döküman, dosyalar ve resimler izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Copyright © 2014 Ruyiad Tüm Hakları Saklıdır.
Sitemap