A.İlter TURAN
SİYASET PENCERESİ
Başbakanımız daha önceki dönemlerinde kendine sakladığı düşüncelerini artık keyfine göre bizlerle paylaşıyor. Sizler de izliyorsunuz, son günlerin gündem maddesi kürtajın ve sezaryenle doğumların denetim altına alınması, hatta tümüyle yasaklanması. Başbakanımız bu işlemlerin doğum oranlarını düşürdüğünü, cinayet olduğunu ileri sürdü. Kürtajın cinayet olup olmadığı bir inanç, sezaryenle doğumun doğumların azalmasına yol açıp açmadığı ise bir inceleme sorusu. Nitekim, sezaryenle ilgili tartışmalarda, doğumların hangi oranda bu yöntemle yapıldığına, bir kadının bu yöntemle kaç doğum yapabileceğine ilişkin bilgiler kamuoyuna yansıdı. Görüldü ki, Türkiye’de sezaryenle doğum oranları dünya ortalamalarının çok üzerindedir, doktorlarımız bu yönteme fazla başvurmaktadırlar. Gerek müstakbel anneleri, gerek jinekologları tabii doğumu tercih etmeleri için ikna etmek gerekmektedir. Gelelim kürtajın cinayet olup olmadığı sorusuna. Bu sorunun cevabı araştırılarak verilemez. Konuyla ilgili, cevabı araştırılarak verilebilecek sorular yok değil. Örneğin, kürtajı yasaklayan toplumlarda çocuk düşürmeye çalışan kadınların daha yüksek oranlarda öldükleri ve sakat kaldıkları saptanmış. Keza ilkahtan sonra ceninin hangi aşamalardan geçtiğini, her aşamada hangi özelliklere kavuştuğunu biliyoruz. Buna karşılık hamileliğin kürtaj yoluyla sonlandırılmasının cinayet olarak nitelendirilmesi bir değer yargısının ifadesi. Son günlerde gazete sütunlarına yansıyan tartışmalar bu konuda dinler arasında olduğu gibi, mezhepler, tarikatlar arasında da farklar olduğunu gösterdi. Ancak, tartışmanın sonuçsuz kalmamasını isteyen hükümet Diyanet İşleri Başkanlığı’nın konuya yorum getirmesini istedi. Böylece olaylar da toplumsal barışımızı sıkıntıya sokacak bir mecraya dökülmüş oldu. Bir iktidar ileri geleninin Diyanet’in laiklik kuralına tabi olmaması gerektiğine ilişkin beyanı ise işleri iyice karmaşıklaştırdı. Diyanet İşleri’nin bir kamu kurumu olarak siyasi tartışmaların ortağı olması çok yönlü sorun getiriyor. İlkin, Diyanet İşleri, kadroları devlet memuru olan, başkanı hükümet tarafından atanan bir kurumdur. Kendisine görüş sorulduğunda, hükümetin görüşlerine aykırı değerlendirmelerde bulunması zordur. Dolayısıyla, Diyanet’in kürtaj yorumunun başbakanın çizgisinden sapması şaşırtıcı olurdu, tersi değil. Karşımızda daha ciddi ikinci bir sorun var. Diyanet İşleri Başkanlığı nüfusumuzun çoğunluğunun mensup olduğu mezhebin sadece bir koluna hizmet veren bir kuruluştur. Bu çoğunluğun içinde dahi görüş farklılıkları, dinin gereklerinin değişik biçimlerde yorumlanması söz konusudur. Halbuki Diyanet’in beyanları, toplumda tartışılmadan kabul edilmesi gereken doğrularmış gibi takdim edilmektedir. Halbuki bu görüşler sekterdir, toplumu birleştirmezler,sadece siyaset tartışmalarımıza resmi bir dini boyut eklerler. Diyanet’in görevini laiklik ilkelerine göre yapmasının ne anlama geldiğini ben kavrayamıyorum. Dinen neyin caiz olduğunu yorumlamakla görevli kurumdan laiklik gütmesini bekleyemezsiniz. Sorun Diyanet’in devlet kurumu olmasından kaynaklanmaktadır. Bu durum laikliğe tamamen aykırıdır. Devletle bir mezhebi birleştirmektedir. Dolayısıyla, Diyanet hızla devlet yapısının dışına çıkarılmalıdır. Gerçekten laik bir sistemde yapılması doğru olan budur. Bunun nasıl yapılacağı üzerinde ayrıntılı olarak düşünmemiz gerekmektedir.