BEYLER, FEVKALADE AYIP OLUYOR!
Türkiye’de gayri müslim vatandaşların statüsünün ne olduğu devletin ve çoğu vatandaşın kafasında halledilemeyen bir sorun olarak duruyor. Durum biraz tuhaf. Biz laik bir ülkeyiz diye övünüp duruyoruz. Herhalde laik bir ülkede devletin ilgilenmemesi ve fark gözetmemesi gereken konuların başında vatandaşların dini gelir. Devletin vatandaşın dini inancıyla alakadar olmaması, hatta verdiği herhangi bir belgede kişinin dinine ait bir açıklama bulunmaması gerekir. Ama gel gör ki, uygulama bunun tam tersi. Kişilere daha nüfus kağıdı verilirken, din hanesine de birşeyler yazılıyor. Yazılanı öyle aklınıza geldiği gibi değiştiremezsiniz. Yanılmıyorsam bir yargı kararına dahi ihtiyaç var. Nüfus kağıdınızda çoğunluk dini dışında bir dine mensup olduğunuz yazıyorsa, vatandaşlık haklarınızdan yararlanmanızda bir kısım güçlüklerle karşılaşırsınız. Sizin tam ne olduğunuz, haklarınızın ne olduğu konusunda hem sosyo-politik olarak hem de hukuki olarak belirsizlikler vardır. Sadece birinden örnek vermenin yeterli olacağını sanıyorum. Bizim yargımız tamamen gayri-müslim vatandaşlar tarafından kurulmuş bulunan cemaat vakıflarının “ecnebi” olduğuna hükmetmiştir. Buradaki mantığı anlayamamanın kişisel cehaletime verin, ama bir hayli karışık bir durum karşısında olduğumuzu teslim edeceğinizi umarım.
Geçen hafta parlamentoda azınlık vakıflarının mallarının bu kuruluşlar adına tapuya tescili, devlete geçmiş bir takım mallarının da iadesi için bir yasa taslağı görüşülürken cereyan eden olaylar, gayri Müslim vatandaşlarımız konusunda yaşadığımız kafa karşıklığını açıkça ortaya koydu. İktidar partimiz, Avrupa Birliği’nin şikayetlerine cevap vermek üzere, parlamentoya gayri-Müslim azınlık vakıflarına ait mülklerin adlarına tescili ve devlete geçmiş olanların iadesini öngören bir yasa tasarısı sundu. Ticaret ve Sanayi Bakanı Ali Çoskun, Ermeni Patriği Mutafyan’ın ricası üzerine azınlık okullarına yabancı uyruklu öğrenci alınması için bir maddeyi de tasarıya ekletmiş. Tasarı genel kurula gelince kıyamet koptu. Ülkemizi yabancı düşmanlardan korumaya, bu arada da dünyadaki gelişmelerden uzak tutmaya kararlı olan ana muhalefetimiz, pek iyi derlendiği izlenimi vermeyen bilgilerle, ülkemizin kuruluş harçlarından Lozan Antlaşması’nın ihlal edildiğini ileri sürdü. Bu iddianın tartışmaya fazlasıyla açık olduğunu belirterek, önemli olduğunu sandığım iki başka noktaya temas etmek istiyorum.
İlk konu vatandaşlarımızın haklarıyla ilgili. Ana muhalefetimize göre gayri müslim azınlıkların vatandaşlık haklarının kullandırılması mütekabiliyet esasına dayalı olmalıymış. Bir Türk vatandaşının vatandaş olması dolayısıyla sahip olduğu hakları devletin kısıtlaması ve o hakların kullanılmasını bir başka ülke ya da ülkeler grubunun ülkemiz çoğunluğunun kökeninden ya da dininden olan vatandaşlarına kullandırdığı haklara endekslemesi pek doğru olmasa gerek. Örgütlenme, ibadethaneler kurmak ve onları yaşatacak tedbirleri almak bana kısıtlanmaması gereken insan hakları gibi geliyor. Vatandaşlarımızın insan ve vatandaş olarak sahip oldukları hakları başka ülkelerin ne yaptığına bakarak belirlemek, kendi vatandaşlarımıza saygısızlık. Bir kısım vatandaşımıza haksızlık yapıldığını düşünerek vicdan azabı çekmeliyiz. Başka ülkeleri örnek göstererek niye kendi vatandaşlarımızın haklarını kısıtlamaya gidelim ki? Onlar bizim vatandaşlarımıza uyguladığımız eşit muameleye bakıp, uygulamalarından utansınlar, sıkılsınlar.
Gelelim ikinci konuya. Hükümetimiz, parlamentoya sunduğu yasa tasarıları konusunda yeterli hazırlık yapmıyor, parlamentodaki çoğunluğuna güvenerek yasaları kısa sürede geçirebileceğini hesaplıyor. Hazırlıksız olunca da, ilk muhalefet karşısında hemen korkulara kapılıyor, geri adım atmaya başlıyor. Örneğin, Lozan konusunun zaten incelenmesi gerekirdi. Gündeme geleceğini kestirmek de pek zor değil. Yeterli hazırlık yapılsaydı, hem muhalefetin çıkışlarına etkili cevap verilir, hem kamuoyu ikna edilir, hem de hükümet yaptığı işin isabetinden kendisinin de emin olamadığı türünden bir görünüm vermezdi. Azınlık okullarına yabancı uyruklu öğrenci alınmasına gelince, aslında Patrik Mesrob II, ülkemize yararlı olacak bir öneride bulunmuştu. Şu sırada İstanbul’da kaçak çalışan Ermenistan vatandaşlarının çocukları okula gidemiyor. Bu insani bir sorun. Bu çocukların Milli Eğitim Bakanlığımızın denetimindeki Türk azınlık okullarına gitmeleri çok mu kötü olurdu? Sakıncaları giderecek bir formül bulunamaz mıydı? Ama hükümetin Ali Çoşkun’un önerisini önce ayrıntılı bir değerlendirmeye tabi tutması, mümkün olup olmadığını, mümkünse hangi koşıullara bağlı olduğunu araştırması gerekirdi. Malumunuz, hükümetimiz kendi adamları dışında uzman kullanmıyor, itimat etmiyor. Her konuya eklı eren adamları da yok. Neticede, şaşkınlığa düşüp, selameti maddeyi geri çekmekte buldu. Eğer iş sakıncalıysa, baştan madde tasarıya girmemeli, uygunsa geri çekilmeyip savunulmalıydı.