A.İlter TURAN
SİYASET PENCERESİ
Hükümetimizin Kürt sorununa yaklaşımı konusunda verdiği sinyallere bakarsanız, kafanız karışacaktır. Nasıl bir çözüm öngörüldüğünü kestirmek zor. Bir bakıyorsunuz, terörün askeri yöntemlerle bitirileceği, terör dışında bir sorun kalmadığı, iktidarın meseleyi çözmüş olduğunu ilan eden beyanlar. Tekrar bakıyorsunuz, Oslo görüşmelerine geri dönülebileceğini değerlendiren, dolayısıyla çözüme ihtiyaç gösteren bir durum olduğunu itiraf eden açıklamalar. Bir bakıyorsunuz, çözüm yerinin parlamento olduğunu vurgulayan demeçler, bir bakıyorsunuz BDP milletvekillerini böyle bir süreçten dışlamaya dönük, dokunulmazlıklarının kaldırılması önerileri. Bütün bunları bir araya koyunca tutarlı bir çizgiyi tanımlamak mümkün görünmüyor. Birçok konuda politika oluşturup istikrarla uygulamayı başarabilen hükümetimiz, Kürt sorununa gelince aynı kararlılığı oluşturamadı ve sergileyemedi. Neden? Görebildiğim kadarıyla, hükümetin gösterdiği istikrarsız çizgi, Türk toplumundaki yaygın kararsızlığın iktidar düzeyinde yansıması. Hükümetlerimiz uzun yıllar PKK faaliyetinin önemsiz, desteksiz, kolay sonlandırılabilecek türden bir macera olduğunu iddia ettiler. Kamuoyu bu değerlendirmeye inanmak istedi, onu benimsedi. İmparatorluğun muhtelif yörelerinden gelen insanları Türkleştirmek, böylece ulusal bütünlüğü etnik türdeşlik aracılığıyla sağlamlaştırma siyasetine alışmış, onu benimsemiştik. Farklı etnik kimlik iddialarını, bir siyasi hedef belirtmese bile, ayrılıkçılık olarak nitelendirmeye alışmıştık. PKK’nin yaklaşımını sapıklık olarak değerlendirdik. PKK’nın izlediği yolun onaylanacak bir tarafı yoktu ama etrafındaki sempati ve destekçi halkaları, aslında bir türlü kabullenmek istemediğimiz bir etnik tanınma özleminin varlığına işaret ediyordu. Yapımızın etnik farkları kabul eden bir siyasi birlik olarak yeniden düzenlenebileceğini tahayyül etmek bile istemedik. Bugün de istemiyoruz ama terörün acı sonuçları karşısında bazen şimdiye kadar izlediğimiz yolu terk edip kendimizi yeni zeminde bir uzlaşmaya hazır hissederken, bazen eski düşünce alışkanlıklarımıza geri dönüp sert tedbirlere başvurulmasını bekliyoruz. Hükümetimiz de bizler gibi tepkiler veriyor. Söylem ve eylemine bazen uzlaşmacı, bazen asayişçi bir yaklaşım egemen oluyor. Ancak hükümetimizin sergilediği kafa karışıklığının sanıyorum bir nedeni daha var. Bildiğiniz gibi, MHP Kürt sorununu asayiş sorunu olarak görüyor, silahlı mücadele dışındaki çözüm yollarını reddediyor. AKP’nin anayasa değişikliğinde bu partinin desteğine ihtiyacı var. Sistemimizi başkanlık sistemine dönüştürüp, cumhurbaşkanı seçilmeyi arzulayan Sayın Başbakanımız, anayasa değişim süreci tamamlanmadan MHP ile işbirliğini zora sokacak politikalar uygulamaktan uzak durmak isteyecektir. Muhtemelen aynı nedenden dolayı, anayasa değişikliğinde başkanlık sistemin kesinlikle karşı çıkarak CHP’nin Kürt sorununda işbirliği yapma önerilerine, bazen nezaket sınırlarını da zorlayabilen, olumsuz cevaplar vermektedir. Şimdilik silahlı mücadeleyi öne çıkarmak bir başka amaca daha hizmet ediyor. PKK büyük saldırılarla bölge egemenliği kurmak istedi. Silahlı kuvvetlerimiz bunun engelledi, PKK’ya ağır kayıplar verdiriyor. Böylece, şayet müzakere yoluna gidilecek olursa, güçlü konumda olmayı öngörüyor. Ancak, bu yol duygusal kopmayı hızlandırıp gelecekte uzlaşma kapılarının açılmasını zorlaştırabilir. Bu iş nasıl çözülecek, henüz belli değil.