TERCİH BOLLUĞU İÇİNDE TERCİH YOKLUĞU

TERCİH BOLLUĞU İÇİNDE TERCİH YOKLUĞU

İlterTURAN                                      

                                                                siyaset penceresi

 

Siyasi partilerimiz aday listelerini Yüksek Seçim Kurulu’na sundular. Kurul kimlerin seçime katılabileceğine dair bazı kararlar verdi. Her seçim öncesi listeler açıklandıktan sonra ortaya çıkan küskünler hareketi bu defa da ortaya çıktı. Tabii, geçmişte de olduğu gibi, herhangi bir sonuç vermeyecek. Kimi kişiler “şu veya bu parti değişti” diyor, kimileri de “vitrinler sizi aldatmasın, herşey eski tas eski hamam” diye eleştiriyor. Evet, seçimler yaklaşıyor. Hepimiz kime oy vereceğimizi düşünmek zorundayız. “Durun bakalım, kampanyayı izler sonra karar veririz,” diye kendinizi aldatmayın. Partilerimiz yeni değil. Söylemlerini biliyoruz. Kampanyanın hangi konular üzerine bina edileceği de biliniyor. Bir sürpriz beklememiz için herhangi bir neden bulunmuyor.

 

         Ben de kime oy vereceğimi düşünmeye başladım ama hernekadar size karar vermeniz gerekecek diye bir tavsiyede bulunuyorsam da ne yapacağımı bildiğimi söyleyem. Bu halimin seçim gününe kadar değişeceğini zannetmiyorum. Sonunda ne olacağını da aşağı yukarı kestirebiliyorum. “Kötü iktidarlar oyunu kullanmayan iyi insanlar sayesinde göreve gelirler” sözüne inandığım ve vatandaşlık görevini ihmal edenlerin daha sonra iktidardan şikayetçi olma hakkını da peşinen yitirdiklerini düşündüğüm için oyumu kullanmak mecburiyetini hissedeceğim. Kime oy vereceğim konusundaki karışıklık ise alışkanlık çerçevesinde çözülecek, her zaman oy verdiğim, sonra da “Elim kırılsaydı da vermeseydim” diye yakındığım, “Bir daha benden zor oy alırlar!” diye söylendiğim partiye oy vereceğim.

 

         Çoğu okuyucumun da bana benzer bir ruh hali içinde olduklarını sanıyorum. Pekiyi, bizi bu ruh hallerine iten nedir? Galiba iki ayrı tür neden var. Birincisi, bütün dünyada demokrasilerin yaşadıkları kriz ile ilgili. Günümüzün giderek daha karmaşık hale gelen toplumlarında iktidara gelmek için çoğunluğa ulaşacak bir seçmenler koalisyonu oluşturmak gerekiyor. Birbirinden çok farklı istekleri olan grupların hepsine biraz birşeyler vermek mecburiyetindesiniz. Dolayısıyla, partiler seçmene berrak tercihler sunmaktan kaçınıyorlar. Herkesi memnun edecek yuvarlak yaklaşımlar sergiliyorlar. Sonuçta seçmen partilerin birbirinden farkını algılayamıyor, zorlanıyor. Kime oy vereceğini bilemiyor. Ancak karmaşık bir oy temeline dayanarak ayakta durabilen iktidarlar ise çözümü zor, toplumların alışkanlıklarını terketmelerini gerektiren meselelerden uzak duruyor, geçici tedbirlerle onları ertelemeye yöneliyorlar, dolayısıyla da gelecekteki çözümleri daha zor duruma getiriyorlar. Seçmenin dikkati ise duygulara hitap eden ideolojik meselelere çekiliyor. Bir diğer zaaf da, siyasette ahlaki seviyenin giderek düşmesi. Hemen her toplumda siyaset erbabının yozlaştığını, görevlerini kendilerini ve yandaşlarını zenginleştirmek için kulladıklarını görüyoruz. Ahlak kurallarına gösterilen sadakatte aşınma yaygın. Bu da hem siyasete hem de siyasetçiye duyulan güveni sarsıyor.

 

         Avrupa ve Amerikan siyasi hayatına bakınız, söylenenlerin somutlaştığını göreceksiniz. Amerikan başkanı ciddi iktisadi sorunlar varken, toplumu ideolojik sorunlarla oyalıyor. Fransa Cumhurbaşkanı işsizlik ve diğer ekonomik sorunlar varken, vatandaşların Türklere karşı duygularını harekete geçirerek vakit kazanma gayretinde. Hayret ediyorum, kimse de, “Bugün Türk diye bir millet olmasa, Fransa hangi problemini halletmiş olurdu, hangi problemin  çözümünü Türkler engelliyor,” diye bir soru sormuyor. Örneklere yenilerini ekleyebilirim ama gerek yok. Demokrasi kendisinden bekleneni veremiyor. Bu eksikliğin giderek daha fazla tartışılacağını tahmin edebiliriz.

 

         Gelelim Türkiye’ye özgü olduğunu zannettiğim nedenlere. Partilerimizin toplumla organik bağları çok zayıf. Daha çok lider etrafında kümelenmiş, onun ilgisine mazhar olmak için çeşitli yollara başvurup aday listesinde seçilebilecek bir yere gelmeye çalışan insanlarla karşı karşıyayız. Milletvekili olmak isteyenlerin toplumun değil, liderin desteğine ihtiyaçları var. Milletvekilliğine talip kıymetli şahsiyetler, partiler arasında dolaşıp durarak kendilerini Meclis’e gönderecek adres arıyorlar. Partiler devlet olanaklarını yandaşlarına dağıtma, yani patronaj mekanizması olarak işliyorlar. Bir partiden nasibini alamayan başka partilere gidiyor ya da yeni parti kuruyor. Bu nedenle ufak partimiz çok, büyükleri de her an parçalanabilir.

 

         Bir yandan bize özgü nedenler bir yandan demokrasinin evrensel sorunları parti hayatımızı şekillendiriyor. İktisadi sorunlar yerine rejimin niteliği gibi diğer demokrasilerin geride bıraktığı tartışmalarla uğraşıyoruz.  Örneğin, size iktidar ve muhalefetin iktisat politikalarını karşılaştırabilir misiniz desem, çoğunuzun soruya cevap vermekte zorlanacağınızı zannederim. Ama anlaşamadıkları konu nedir desem, laiklik diye hemen cevabınız hazır olur. Partilere güveniyor musunuz desem, anketler de gösteriyor, hayır demeniz olasılığı yüksektir. Partilerimiz ahlak kurallarını, kendilerinin değil muhaliflerinin uyması gerekli ilkeler olarak görüyor, üstlerine hiç alınmıyorlar. Bütün bunlar biraraya gelince de tercih bolluğu içinde bir tercih zorluğu yaşıyoruz. Tanrı yardımcımız olsun!

Sitemizde yayınlanan makale, yazı, döküman, dosyalar ve resimler izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Copyright © 2014 Ruyiad Tüm Hakları Saklıdır.
Sitemap