TUTARSIZ VE İLKESİZ İŞLER

TUTARSIZ VE İLKESİZ İŞLER

 

İlter TURAN                                                                                 

                                  siyaset penceresi

 

Ortalık toz duman. Biz sıradan vatandaşlar olayları izlemekte, anlamlandırmakta güçlük çekiyoruz. İşindeki ehliyet düzeyi konusunda insanın haklı tereddütler duyduğu bir savcının hazırladığı iddianame ülkemizi ayağa kaldırdı, iktidar muhalefet, devlet kurumları, sivil toplum örgütleri birbirini suçluyor ve eleştiriyor. Eğer dikkat edilmezse, farkında olmadan giderek derinleşen ve rejim sıkıntısına doğru gelişen bir bunalım çizgisine girebiliriz.

 

Olaylar dizisi Şemdinli’de bir işhanındaki bir kitapçıya bomba atılması ile başladı.  Olayla ilgili olarak yakalananlar arasında patlama sırasında neden orada bulundukları kolay açıklanamayan, araçlarında silah ve patlamanın olduğu mahal dahil bir takım yerlerin planları bulunan iki astsubayın yer alması, doğru veya yanlış, olayın bir provokasyon olabileceği değerlendirmesine yol açtı. Derken, Kara Kuvvetleri Komutanımız yakalanan ve sanık durumunda bulunan astsubaylardan birini yakından tanıdığını, emrinde çalıştığını, güvenilen iyi bir asker olduğunu açıkladı. Sonradan anlaşılıyor ki, Komutanımız cümlesini “suçluysa, yargı cezasını verecektir!” diye bitirmiş. Basınımız bu son cümleyi kamuoyuna başlangıçta duyurmamıştı. Fakat, duyurmuş olsaydı dahi, bu sözlerin söylenmiş olmasının uygunluğu tartışılabilir. Kamuoyu, belki de suçlu bulunacak bir kişiye arka çıkıldığı izlenimi edinebilir. Yine de sözlerin üzerinde fazla durulmasına, büyütülmesine gerek olduğundan emin değilim. Çok zor şartlarda, canlarını birlikte ortaya koyarak mücadele etmiş insanlardan birinin düştüğü bir sıkıntı karşısında, bir amirin maiyetinde çalışmış bir insan için olumlu sözler sarfetmesi belki de bir reflekstir. Zarifçe eleştirilmesi sanıyorum yeterli olurdu. Öyle olmadı.

 

Şemdinli olayının iddianamesini hazırlayan savcı, sadece iddialara bakarak, elinde somut kanıtlar olmadan geliştirdiği bir senaryonun mahkemeye intikal edinceye kadar gizli kalmasını sağlayamadı. İddianame metni ortaya döküldü ve görüldü ki, elde kanıt olmadan, bir takım kişilerin herhangi bir belgeye dayanmayan açıklamaları esas alınarak, Kara Kuvvetleri Komutanımızın bir çete içinde yer aldığı iddia ediliyor. Bu senaryonun ortalığa saçılmasından sonraki tartışmalar ve açıklamalar ülkemizde adaletin ne hallere düştüğünü göstermesi bakımından önemli ve bir o kadar da üzücü. Sizleri benim de ayrıntılarını algılamakta güçlük çektiğim bir hukuk tartışmasının içine çekecek değilim. Sadece ülkemde uygulanan adaletin bu gidişle hiçbirimizi korumayabileceği konusundaki endişemi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu endişemin iki nedeni var. Birincisi, savcının iddianamesinin içeriği, ikincisi muhtelif siyasi aktörlerin olay karşısındaki tepkisi.

 

Önce savcının iddianamesinin içeriğine bakalım. Mümtaz bir şahsiyet olduğu konusunda yaygın bir kanaat olan Kara Kuvvetleri komutanımıza yöneltilen suçlama somut bilgilere değil, tek bir kişinin özel kanaatlerine dayanıyor. Üstelik, bu bilgiler usulüne uygun olarak elde edilmemiş. Meclis soruşturma komisyonuna ifade veren bir müteahhitin belgelere dayalı olmadığı anlaşılan kanaatlerini, komisyon başkanı savcının talebi üzerine resen kendisine göndermiş. Savcımız da destekleyici herhangi bir başka somut delil olmadan, koca koca ithamları sıralayarak, iddianamesini oluşturmuş, basına sızmasını da önleyememiş. Böylece zihinler bulandırılarak, bazı kişiler ve çağrışım yoluyla kurumlar hakkında suçlu oldukları izlenimi yaratılıyor. Daha da vahim olarak, bunların bir takım kişilerin siyasi hesaplarının ürünü olduğu kuşkuları dile getirilmeğe başlanıyor. Şimdi size bir soru sorayım: Eğer somut bilgi ve belge içermeyen değerlendirmelerle ve iddianame önceden açıklanarak insanların yargıya sevki yolu olağanlaşırsa, siz kendinizi güvende hisseder misiniz? Evet belki hakkınızdaki davayı reddedebilir ya da beraat edersiniz ama sizi kamuoyunda yıpratan, düzeninizi bozan bir prosedürün uygulanmasında sonra.

 

Devletin temel bir kurumunda ve işlevinde ortaya çıkan sorunlar karşısında kimden medet umar sınız? Demokrasi ile yönetilen toplumlarda sistemin aksayan taraflarını düzeltme işi siyasilere düşüyor. Bizim pek değerli siyasilerimize bir bakalım. Adalet Bakanımız, işin vehametini önemsemeyen, ne yapılması gerektiği konusunda da ciddi zikzaklar çizen bir görünüm verdi. Hükümetimiz, sanki gelişmeler basının uydurmasıymış gibi basını suçladı. Ana muhalefet partimiz ise olayı iktidarın orduya karşı bir saldırı düzenlediği iddiasına indirgedi.  Bütün bu tepkilere bakacak olursanız, bir tutarsızlık ve ilkesizlik bütünü ile karşı karşıya olduğunuzu göreceksiniz. Siyasi partilerimizin ve liderlerimizin, iktidarıyla ve muhalefetiyle, hukuk devleti anlayışını ülkeye egemen kılmaları, yerleştirmek için mücadele etmeleri gerekirken, herbiri hukuk aşınmasını kendi siyasi çıkarları açısından değerlendirmeye uğraşıyor. Bunu yapmakla demokratik rejimin temel bir kurumunu yıprattıklarını, böylece içinde kendilerinin de hayat bulduğu sistemi tehlikeye attıklarını farkında bile değiller.  Tutarsız ve ilkesiz işler, hepimizi mutsuzluğa sürükler. Ama gelin de bunu bizim siyasilere anlatın!

Sitemizde yayınlanan makale, yazı, döküman, dosyalar ve resimler izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Copyright © 2014 Ruyiad Tüm Hakları Saklıdır.
Sitemap