A.İlter TURAN
SİYASET PENCERESİ
Yanılmıyorsam Mao’dan Fransız İhtilali’nin dünyadaki etkilerini değerlendirmesi istendiğinde, “Henüz bunu yapmak için çok erken!” diye cevaplamış. Son Nevruz’un kavgadan ziyade şölen olarak kutlanmasından heyecan duyarak, sorunlarımız aştığımızı, geleceğin parlak olduğunu söylemek için de sanıyorum biraz erken. Diyarbakır’daki kutlamalarda Türk bayrağı bulunmaması, Murat Karayılan’ın Kuzey’deki unsurlarla iletişim güçlüklerinden bahsetmesi yolun engebeli olduğunu gösteriyor.
Biz yaşadığımız güçlükleri aşmaya uğraşırken, uzun vadeli, kapsamlı tahlil ve tahminler yapmaya yeterince vakit ayırmıyoruz. Geleceği tasarlamaya bazı toplumlar daha fazla ilgi gösteriyor. Amerikan İstihbarat Konseyi isimli devlet kuruluşu Alternatif Dünyalar adlı bir rapor hazırlayarak, 2030 yılında dünyanın hangi senaryolarla karşılaşabileceğini saptamaya çalışmış. Geçen hafta ilgili kuruluşun başkanı raporun bir özetini German Marshall Fund’un düzenlediği Brüksel Forumu’nda sundu. Raporun tespitlerine göre dünyada dört ana gelişme çizgisi var. İlkin, bütün dünyada bireyin güçlenmesi süreci ilerliyor. 2030 yılında dünya nüfusunun çok büyük bir bölümü fakirlik çizgisinin üstüne çıkmış olacak. Üç milyarı aşkın insan orta sınıf tanımı içinde yer alacak. Bu maddi iyileşmenin toplumsal hayatın her alanında demokratikleşmeye yol açması bekleniyor.
İkinci temel gelişme, dünyada güç dağılımının yaygınlaşması. Geçmişten farklı olarak dünya sisteminde hegemon güçlerin yerini çok sayıda gücün alması öngörülüyor. Çin yükselmeye devam edecek. Brezilya, Hindistan gibi başka merkezlerin de gücü artacak. Dünyada yönetişim konular etrafında oluşan koalisyonlarla ve enformel ağlarla gerçekleşecek. Toplantıda sık sık, Amerika ve Avrupa’nın işbirliğini yoğunlaştırması, ABD-AB Serbest Ticaret Anlaşması için müzakerelerin derhal başlaması temennisi dile getirildi. Beraberliklerini güçlendirerek dünya siyasetinde ağırlık sahibi olmayı istedikleri anlaşılıyor.
Üçüncü gelişme, dünyanın demografik yapısının değişmesi. En dikkati çeken öngörü, dünya nüfusunun genel yaş ortalamasının yükselmesi. Tabii, yükseliş her ülkeyi yanı şekilde etkilemeyecek. En olumsuz etkilenenler arasında Çin, Rusya, Batı Avrupa var. İlginçtir ki, ABD’nin ortalaması, doğumlar ve göç nedeniyle sadece 37’den 39’a yükselecek. Avrupa nüfusunda Müslüman kökenlilerin payı %4’ten 8’e, Rusya’da ise %14’ten 19’a varacak. Bu rakamlar, birçok ülkede iş gücü açığının oluşacağını, göç almak zorunda kalacaklarını, iktisadi hayatta önemli düzenlemeler yapmaları gerekeceğine işaret ediyor.
Son olarak, dünya nüfusunun mevcut 7 milyardan 8.3 milyara çıkması ve birçok ülkenin iktisadi bakımdan gelişmesi için su, gıda ve enerjiye ihtiyaç duyması sürecin sürdürülebilirliği konusunu gündeme getiriyor.
Rapor, bu dört saptamaya göre en kötüsünden en iyisine senaryolar üretmiş. Kötü senaryoların başında değişim motorlarının teklemesi (mesela Euro’nun çökmesi, Avrupa birleşmesinin durması) ve globalleşmenin terk edilerek, ülkelerin korumacılığa dönmesi geliyor. En iyi senaryo ise, Amerika ve Çin’in birlikte çalışarak dünyayı bunalımlara sürüklenmekten koruması. Bizim de geleceğimizi böyle çalışmalarla tasarlamaya çalışmamız lazım ama görebildiğim kadarıyla henüz vakit çok erken.