Prof.Dr.A.İlter TURAN SİYASET PENCERESİ Devlet kurumları içindeki çekişme uzun süredir devam ediyordu, geçtiğimiz hafta yeni bir zirveye tırmandı. Hangi kurumun ne derecede haklı olduğunu kestirmek vatandaşlar açısından mümkün değil. Keskin siyasi tercihlere sahip olanlar, kendilerini yakın hissettikleri tarafın tezlerini benimsemekte zorlanmıyorlar ama, olaylara daha yansız yaklaşmayı benimseyen sessiz çoğunluk olanları izlemekte, anlamlandırmakta, değerlendirmekte zorlanıyor. Herhangi bir toplumda yasaların farklı yorumlanması, boşlukların yorumla doldurulması, gerektiğinde yasal düzenlemeler yapılması mümkündür. Ancak işlerin devlet kurumlarının kavgası biçiminde yürütülmesi alışılmış bir uygulama değildir. Siyasal süreçlerin kurumsallaştığı sistemlerde suhuletle halledilebilecek meseleler, bizde krize dönüşen, bir türlü halledilemeyen bir nitelik kazanıyor. Geçen haftayı yargıyla hükümet arasında başlayan ağır bir kavgayla bitirdik. Tartışmaların bu hafta da dinmeyeceğinden, süregeleceğinden emin olabilirsiniz. Sorunun altında ne yatıyor? İki yönetim anlayışı arasında cereyan eden amansız bir mücadeleden söz etmek mümkün. Cumhuriyetin kuruluşunda yargı yeni rejimin korunmasının temel araçlarında biri olarak öngörülmüştür. Kuruluş aşamasında böyle bir konumlandırma anlaşılabilir. Ancak, bunun yarattığı temel bir sorunu da gözden kaçırmamak gerekiyor. Yargı devletle vatandaş arasında eşit mesafede yer almıyor, devlete yandaş oluyor. Devleti korumak saikiyle, adalet dağıtımında aksamalar da olabiliyor. Size pek ufak bir örnek: İdari yargı, memuriyet çerçevesinde devletle ihtilafa düşen bir meslekdaşımın iddiasında haklı olduğunu teslim edilmekle birlikte, bunun sonucu devletin zarara uğrayacağı (Türkçesi devlet kasasından para çıkacağı) gerekçesiyle davayı develt lehine sonuçlandırdı. Tabii, bu örnek biraz fazla ufak. Anayasal yargının, devletin menfatini gözettiği sanısıyla Cumhurbaşkanı seçimi sırasında çoğunluk yeterli sayısına ilişkin kararı biraz daha büyük bir örnek. Pekiyi, kendisini, kendisinin yorumladığı devleti koruma işlevine yönlendiren yargının karşısında amansız mücadele eden yönetim anlayışı nedir? Hükümetimizin anlayışı. Başta Sayın Başbakanımız olmak üzere, şu anda iktidarda olan kadrolar, seçmen çoğunluğunu temsil ettikleri gerekçesiyle, iktidarlarının herhangi bir sınırlamaya tabi olmasını kabullenemiyorlar. Demokrasinin çoğunluğa sınırsız iktidar veren bir sayısal üstünlük sağlama süreci ve sistemi olduğunu sanıyorlar. Bu yaklaşımları bir kısır döngüyü daha da yerleşik kılıyor. Sınırsız iktidar anlayışıyla yapılan işlere karşı başvurulabilecek tek kurum yargı olduğundan, hükümete muhalif güçler her vesile ile yargıya gidiyorlar. Hükümet ise yargının her kararını kendi iktidarına karşı çıkarılan haksız bir engel olrak değerlendiriyor. Böylece bir yargı-hükümet çekişmesi alıyor başını gidiyor. Görülebildiği kadarıyla, hükümet, yargıyla kavga etmeyi, yargı reformuna tercih ediyor. Kutuplaşmış ve kendi içinde kavgalı bir toplumun desteğini artırdığını düşünüyor. Halbuki, muhalefeti de katarak sorunu aşmaya çalışması daha doğru olurdu. Ben, uzun dönemde seçmenin günlerini kavgayla geçiren, gerilimleri yüksek tutan bir iktidara teveccüh edeceğini düşünemiyorum. Korkum, vatandaşın siyasetten bıkmasıdır. Otoriter sistemler siyasetten bıkan vatandaşları çoğaldığı ortamlarda gelişmişlerdir.