ÇAĞDAŞLIK GEREKLERİNE UYMAYANLARI ZORLUKLAR BEKLER
Hızlı ve değişim ve dönüşüm yaşayan toplumlarda, bu süreç toplumun ve yaşamın her kesiminde eş hızla ilerleyemiyor. Değişimin başını çeken, hatta önünde gidenler olduğu gibi, değişime direnen, uyum sağlamakta güçlük çeken ve dolayısıyla geri kalanlar da olabiliyor. Ülkemizin olumlu bir değişim ivmesi yakaladığını, birçok alanda geçmişte hayal dahi edilmesi kolay olmayan konumlara ulaştığını görmek için fazla araştırma yapmağa gerek yok. Geçtiğimiz hafta gazetelerde yer alan birkaç haber bunu kanıtlamak için belki de yeterli. UNESCO yetkililerini de hayrete düşürecek bir şekilde Türkiye dünya bilimsel yayın sıralamasında kısa sürede ondan fazla basamak atlayarak, yanılmıyorsam, yirmi ikinci sıraya oturmuş. Demek ki, haklarında çok sayıda şikayetimiz olan üniversitelerimiz, bu karmaşa içinde dahi araştırma-yayın alanında kendilerini yenileyebilmişler. Hepiniz izliyorsunuz, dış ticaretimiz de son yıllarda hemen her yıl tahmin edilenin üzerinde bir performans sergiledi. Geçen hafta, yıllık ihracatımızın 83 milyar dolara ulaşıp, yeni rekorlara doğru koştuğunu hep birlikte öğrendik. Yine haberler arasında, Türkiye’nin yabancı sermaye çekimi sıralamasında da ilerlediği, kısa süre önce kendisinin çok önünde yer alan ekonomilerin bir hayli önüne geçtiği bildiriliyor. Evet, unutmayalım, bir Türk yazarı da Nobel edebiyat ödülünü aldı. Milli Futbol takımı grubunda başarılı sonuçlar aldı. Bir süre önce de basketbol milli takımımız büyük bir başarıya imza atmıştı. Bu başarıların hepsinin peşpeşe gelmesinin bir tesadüf olduğunu söylemek mümkün değildir. Belli ki Türkiye çağdaş yöntemleri ve araçları kullanarak,, sistematik çabalara yönelerek ve dış dünyayı izleyerek bir ilerleme çizgisi yakalamış.
Muhtelif alanlarda sağlanan başarı topluma güven veriyor. Güven duygusu ise başarıyı yakalamak için vazgeçilmez bir güç kaynağı. Eski yılları hatırlıyorum. Futbol milli takımımız herhangi bir ciddi rakiple karşılaşacağı zaman, bu işten yenilgi ile çıkacağımıza kesin gözüyle bakardık. Galibiyetin ancak bir mucize olacağını düşünürdük. Tabii, böyle bir ruh haliyle sahaya çıkanların başarılı olması da ancak tesadüflere bağlı olurdu. Bugün ise sahaya peşinen mağlup olacağız duygusu ile çıkmıyoruz. Başarımız ise muhtelif vesilelerle tescil olunmuş bulunuyor. Futbol ya da basketbol alanında böyle de, başka alanlarda farklı mı? Tabii ki değil. Sanayi ürünlerinden başlayın, sinema
dünyasına kadar uzanın, her alanda geçmişte varabildiğimiz noktaların çok artık çok ötesinde bulunuyoruz. Metodla, sistemle ve azimle her işi başarabileceğimizi biliyoruz. Ancak, etrafınıza baktığınız zaman, değişimin yeterince etkilemediği alanların varlığı da hemen dikkati çekiyor. Örneğin yol inşaatında yeterli uyarı işaretlemesi yapmayı henüz beceremiyoruz. Geçenlerde düz yolda gittiğini zanneden araçlar, karayolunun ortasında kazılmış çukurların içine düştü. Araç kazalarının başını hatalı sollama, aşırı süratle araç kullanıp kontrolü kaybetmek gibi, insanların gayret ve dikkatleriyle önleyebileceği, ama iyi yetişmemiş olmaları nedeniyle sürüklendikleri ihmaller çekiyor. Okullarımızda çocuklarımıza hala ezberci yöntemlerle ne işe yarayacağını kendimize bile açıklayamadığımız bilgiler öğretiliyor. Modası geçmekte olan dogmalar yüceltilerek aktarılıyor. Hurafe türü bilgiler sanki bilimin ulaştığı gerçeklermiş gibi sunuluyor. Tarımda en ileri ve en geri teknikler yanyana. Tekstilde de öyle. Herhalde zamanla uyumsuzluklar azalacak, çağdaşlığımız daha türdeş bir yapıya kavuşacak.
Son hafta yaşadığımız bir olay çağdaşlaşma dönüşümünün nerelerde ve nasıl tıkandığının emsalsiz bir göstergesini oluşturdu. Evinden çıkan başbakanımız arabasında fenalaştı. Hemen en yakın hastaneye gidildi. Bundan sonrasını anlatmama gerek yok. Şaşkın ve ne yapacağını bilemeyen şöför ve korumalar. Arabasının içinde kilitli kalan bir başbakan. Balyozla kırılan camlar. Neresinden bakarsanız bakın, her yanından beceriksizlik fışkıran bir manzara. Anlaşıldı ki, başbakanın sağlığını korumakla ilgili bir tertip yok. Hele bir hastalansın ya da kaza geçirsin de, nasıl olsa bir çare bulunur diye düşünülmüş olmalı. Acil bir durum karşısında şöförün ve korumaların da ne yapacaklarını iyi bilmedikleri de anlaşılıyor. Şöför arabada kalacakken dışarı fırlamış. Korumalar paniklemişler. Neden öyle olmuş derseniz, galiba başbakan ve çevresi, görevlendirmelerde profesyonellik ve liyakatten ziyade tanıdıklarını ve kendilerine fikren yakın olanları seçmeyi tercih ediyorlar. Örneğin şöförü, özel yetiştirilmemiş. Başbakanlık öncesinden beri bu işi yapan bir kardeşimizmiş. Yakın korumalar arasında akraba ve taallukatın da yer aldığı, bunların pek ehil olmayıp, disiplinsiz davrandıkları zaman zaman gazetelerde ifade edildi.